renkten renge erkan oğur

perdesiz gitar
erkan oğur
normalde benim erkan oğur hakkında burada bir şeyler yazmamam gerekiyor çünkü ben özellikle son zamanlarda daha çok "genç ustalara" dikkat çekmek için bir şeyler paylaşıyorum ve erkan oğur gibi ustaların ustası bir sanatçıya dikkat çekmenin de bir anlamı yok aslında...

aslında, gerçekte, ama, fakat, ancak vb gibi ifadelerden sonra mutlaka bir açıklama gelir ve benim kendime göre bir açıklamam var: "canım çok istedi" çünkü ben ekstra bir hayranlık besliyorum bu dev ustaya...

aşağıdaki paylaşımlara da mutlaka göz atın derim...

fuad

derya türkan

gnossienne

zahit

erkan oğur yaşlı mı? peki... tabii yaşlı, 1954 doğumlu... saçlar ve sakallar bembeyaz... genç yaşta usta olunabilir, hatta çoğu zaman usta doğulur ama genç yaşta erkan oğur olabilmek çok zordur!... sadece usta değil çünkü erkan oğur... bu açıdan bakınca da erkan oğur bana çok genç geldi!... onun çevresine verdiği ışığı verebilmek için en az bir kaç yüz yıl yaşamış olmak gerekir... ama o ışığı alabilmek için yaşlı olmaya gerek yok pek... alabilen çok genç insanlar var tabii ve ben onlara istiridye diyorum... eskiden büyük ihtimalle istiridye sayısı yada belki daha bilinen anlamıyla çevresine ışık veren mum sayısı çok daha fazla idi... şimdi çok az ve erkan oğur onlardan biri...

yukarıda yazdıklarımı bir şekilde okursa, kızar!... hayır, kızamaz çünkü kızamayacak ama üzüntü duyacak bir insan erkan oğur... pir sultanın, yunusun, karacaoğlanın, mevlananın son uzantılarından çünkü kendisi... kendisini üzmeyi hiç istemem tabii ama gerçekler de yazılmalı, hem de sürekli yazılmalı...
Kaydetmenin müziği öldürdüğünü ve tamamen egosantrik bir şey olduğunu düşünüyorum. Kendini tatmin etmek. Bir hayal peşinde bir şeyleri tasarlamak gibi fikirler kafamı kurcalamaya başladı. Nefse hâkim olamamak gibi. Daha doğrusu biraz gerçek dışı gelmeye başladı. Kaydedilmiş bir şey plastik bir şey. Tekrar eden bir şey. Araya araçlar gereçler giriyor, takıyorsun ediyorsun, düğmelerine basıyorsun. Onu üreten kaynak birebir yok ortada. İnsan yok. O yüzden canlı çalmak daha erdemli gelmeye başlayınca ben de icraatlara ağırlık verdim...
böyle diyor... müziği, kaydetmeyi, şunu bunu bırakın bir kenara... çok şey anlatmıyor mu?... "insan yok artık" diyor... daha ne desin... var mı insan bir süredir?... yok!... dürtme var... mesaj var... download var... insan var mı? yok... tıpkı konserinde "bu türküler doğduğunda; hoparlör yoktu, mikrofon yoktu, elektrik yoktu, şu bağlama bile yoktu..." dediği gibi... ne vardı o zamanlar? dadaloğlu vardı mesela... köroğlu da vardı... aşık veysel de vardı... kayıt var mıydı? yoktu... "kaydet, 200 sene sonra da dinlesinler" yoktu mesela... emek vardı sadece... 200 sene sonra dinleyivermek yerine, 200 kişi yada daha az, belki de daha fazla kişi onları derledi, topladı, taşıdı ve şimdi erkan oğur çalıp, söylüyor...
Müzik kâinat boyuncadır. İnsan nefsine hâkim olamayıp ona yaklaşmaya heves eder. Ve insan, varlığının müzik olduğunu anladığında susar...
kendi deyimiyle; henüz susmamış! ve anlayamamış ama bana göre çok suskun... anlamaya ramak kalmış denebilir... bence susmasın hiç zaten çünkü onun gibiler sustukça, çenesini kapaması gerekenler avaz avaz bağırıyorlar... aslında erkan oğurun suskunluğunun altında çok büyük bir "bağırma" var ama sözle değil, sesle... ahmakların sözlerden bile anlam çıkaramadığı bu devirde, seslerden ve renklerden çok fazla anlam çıkarabilenlere karides diyorum ya ben zaten...
Bir müzik parçasının çok çok komplike olmasıyla da bir şey anlatılabilir, tersiyle de...
yukarıda da yazdığım gibi, müziği çıkarın bu sözlerden... yerine istediğinizi koyun ama müziği çıkarın çünkü erkan oğur un müziğini yazmıyorum ben burada... onun müziğini yazacak kadar bilgili değilim zaten... müziği hakkında ne yazabilirim ki? ... çok usta müzisyen mi yazayım?... virtüöz mü?... ben sadeliği ve basitliği seven biri olarak, yukarıdaki sözünde çok fazla şey buldum... zaten erkan oğurun müziğini de bu sebeple seviyorum... erkan oğur istese çok komplike işler de yapar... yapmıyor... istese çok basit bir yol da seçebilirdi... komplike işler yapsaydı, belli bir zümreye hitap ederdi... istese megastar da olabilirdi, peşinden gençleri sürükler, cebini doldurur, sahneye limuzinle çıkardı... ama o ortaya öyle bir şey koyuyor ki! muazzamlık derecesi size kalmış... alabildiğiniz kadar muazzam, alabildiğiniz ölçüde komplike... alabildiğiniz ölçüde de basit ve sade... becerebildiğiniz kadar kendisiyle olabiliyorsunuz...
...şu an yapılan müziğe bakış açım biraz kötü. Bugün ben insanın müzik yapamayacağı neticesine varmış durumdayım. Müzik zor bir iş ve insanın kapasitesini aşan bir şey. İnsan müziği yapamaz, sadece düşünebilir. Hiçbir şey yoktan varedilemiyor. Müzik de böyle bir şey. İşte bu yüzden müzik de yapılamıyor, var edilemiyor, sadece hatırlanıp, tekrar ediliyor. Müzik zekası olan kişiler de varolan bir şeyi farklı formlarda düzenleyip insanlara yeniden hatırlatıyorlar. Dolayısıyla insanın kapasitesinin çok üstünde olduğundan, müziği hiçbir zaman olmamış bir şey olarak görüyorum. Müziğin içinde olan sesler zaten doğada enerji olarak var olan şeyler. Onlar zaten varlar. İnsanlar onları yaratmıyorlar. Sadece keşfediyorlar...
bu yukarıdaki alıntıda müziği çıkarıp, yerine başka bir şey koyabiliriz yine ama bence çıkarmayalım bu sefer çünkü müzik üstadından müzik hakkında çok ilginç bir yaklaşım olarak kalmalı ve müzisyenler tarafından sürekli hatırlanmalı bence... tabii aşağıdaki alıntı da bunun devamı ve tamamlayıcısı niteliğinde!
... (müzikte) üretim 1800'lerin sonunda bitti. Biz şu an onun tekrarını yapıyoruz. Türküler söylüyoruz. Ya bu türküler olmasaydı. Müziğe bir bilim olarak bakamıyoruz. Duygusallık fazla ağır basıyor bizde. Yani insanların duyguları falan çok özel konular. Müziğin duygusu yoktur. Müzik bütün duygulardan muaf bir şeydir. Matematik gibi, fizik gibi. müzikteki duygu çok yüzeyde bir konu. Onun derinine indiğin zaman saf müziğe ulaşıyorsun. Yani arı müzik, gerçek müzik duygudan muaftır. Duygunun yalnızca enerjiye katkısı vardır. Dünyada da eskiden beri duygularla hareket edildiğinden arı müziğe ulaşılamıyor. İşte bu yüzden müzik insanın yapabileceği bir şey değil diyorum. Müziğin kenarında bile değiliz diyebiliriz...

sizi bilmem ama müzik konusunda erkan oğurun bu ifadeleri beni fazlasıyla aşmış durumda... en fazla bölük pörçük anlamlar çıkarabiliyorum zorlamayla... ben şunu anladım sadece: müzik bir okyanus, insanın yüzerek açılabileceği mesafe ise 3 metre... 3 metrelik mesafeye 1800 lerin sonunda insan zaten ulaştı, şimdi insanlığın yaptığı sadece oralarda kulaç atmak... ileriye değil, sağa, sola... saf müzik ise; anladığım kadarıyla kainatın sesi oluyor... duyabildiklerimizi taklit ede ede 1900 leri göremeden müzik defterini kapadı insanoğlu...

insanoğlu için müzik defterinin kapanmış olduğunu, çok uzak bir gelecekte yeniden o defterin açılabileceğini ben de düşünüyordum... daha doğrusu apaçık ortada olan bir konu zaten... ama ben yarım yamalak bilgimle bu işin 1970 li yılların sonunda bitmiş olduğunu düşünürdüm... bugün müzik adına hiç bir şeyin üretilemiyor olduğu apaçık ortada... üretilen şey sadece endüstriyel mal olarak tanımlanabilir...

erkan oğurun tüm alçakgönüllüğünün derinlerinde filozofluk yatıyor... dervişlik diyen de var... müzisyen erkan oğur, müzik söyleşisinde bu yanıtı veriyor... ama çıkarın şimdi müziği yine... geriye kalan tek şey insanın kapasitesi... her konuda böyle, sadece müzikte değil... insanoğlu bugün artık her şeyi tüketmiş durumda... resim yapamaz, müzik yapamaz, bilim yapamaz durumda... sadece eskiyi taklit eder durumda insanlık... ya kendini yeni bir boyuta taşıyıp, 3 metre daha açılacak okyanusa, yada kıyıya vuracak...

Radyoyu açtığımızda veya televizyon izlerken rastladığımız şeyler başka. Müzik başka. Onlar müzik değil yani. Şimdi rüzgarın ağacın dallarına değdiğinde yaprakların çıkardığı ses, kuşun öterken çıkardığı ses veya bir çocuğun ağlarken, gülerken çıkardığı sesler, bunlar. Bunun gibi şeyler. Yani neredeyse müzik olarak elimizde kalan bunlar var...
demiş bir başka söyleşisinde... şimdi oldu işte!... doğa kalmadı ki! insanoğlu ses duyabilsin!... ana karnından itibaren hayatı boyunca doğal ses duymamış insan saf müziğe nasıl ulaşabilsin?... en gelişmiş teknoloji parmağın bağlamaya dokunma sesini çıkaramıyor! yada saksafondaki tükürük sesini... en iyi müzisyen de artık bu sesleri bile duyamaz halde olduğuna göre!... en iyi mühendis de hayatı boyunca doğal ses duymamışsa!... insan bağlama çalarken hatalar yapar ve dinlemek keyiflidir... makine müziğini dinlemek keyifli değildir çünkü hata yapmaz!...

erkan oğur başka bir şey yapamadığı için müzik yapıyor... öyle diyor... bunu söylerken yüz ifadesinden benim algıladığım şu oldu: "bizler ahlaklı insanlarız, doğru düzgün yapabildiğimiz iş bu"... kendisi de biliyor aslında neler neler yapabileceğini ama en değer verdiği şey ahlak... erkan oğur u var eden 2 şey bence ahlak ve müzik...

erkan oğura göre kendi sesi kuş gibi... ama ben itiraf edeyim, gitarist erkan oğurdan çok, türkü söyleyen erkan oğur u beğendim hep... ustalığına, müziğine ve müzik aletlerine yapmakta olduğu katkılara denebilecek hiç bir söz yok tabii ki ama sesi apayrı muhteşem bence...

benim erkan oğuru ilk tanımam, mazhar fuat özkan üçlüsünün ele güne karşı albümü ile oldu... tabii 'bu sabah yağmur var istanbulda' ve 'güllerin içinden' adlı parçalarda dinlediğimiz enstrümanın perdesiz gitar olduğunu biraz geç idrak edebilmiştik... meğer erkan oğur un perdesiz gitarı icad edişi 1976 yılına uzanıyormuş...



1982-1983 yıllarında çekirdek sanat evinde kaydedilen 3 canlı albüm sonrasında, 1989 yılında 'sis' filminin müzikleriyle yine karşımıza çıkmıştı... diğer film müzikleri ise, eşkiya, propaganda, yazı tura ve mommo... bir de belgesel müziği var erkan oğur un: kadim...

robert johnson, ilkin deniz, aziz şenol filiz, ismail hakkı demircioğlu, okan murat öztürk, djivan gasparyan, turgut alp bekoğlu, sinan cem eroğlu, derya türkan benim bildiğim kadarıyla birlikte çalıştığı sanatçılar... tabii fikret kızılok ve bülent ortaçgili de unutmamak lazım... belki çok daha fazlası var ama ben bilmiyorum... öğrendikçe yazacağım buraya ve zaman buldukça saydığım isimler hakkında da yazmak istiyorum çünkü ortak paydada buluşabilen, bir geleneğe ait sanatçılar her biri...

erkan oğur ve ismail hakkı demircioğlunun ortak çalışmaları da apayrı bir tada sahip... konserlerinde anadolunun her köşesinden, halk ozanlarının deyişlerini taşıyorlar bugüne... aslında anadolu tarihini taşıyorlar demek çok daha doğru olur çünkü her biri ait olduğu dönemi, yaşanmış olayları, üzüntüleri, aşkları, savaşları ve başkaldırışları anlatıyor... en güzel örneklerinden birini paylaşasım geldi aşağıda... bülbülüm altın kafeste...



erkan oğur sahip olduğu tüm değerlerle ve tüm eserleriyle kesinlikle bir bütün ve belli bir kalitenin altına asla düşmeyen bir müzisyen ama ben 2 noktada takılı kaldım... birincisi telvin... diğeri de fuad... bu arada 'bir ömürlük misafir' ve 'gülün kokusu vardı'... bunları da unutmamak gerek...

Ah efendim önemi yok halimin... Seyrederim hayret ile şu alemi... Ne bilinir kıymet ne kıyamet... Allah'a emanet ne gelir elden... Ne sahibim bu yerde ne kiracı... Sadece bir ömürlük misafirim ben...
Gül unutuldu çünkü, kokuyu hatırlıyorsun sadece. “Gül kokar” diye biliyorsun. Plastik artık… “Gülün kokusu vardır” demek, “artık farkına varılmıyor, onu unutuyoruz, ama tekrar ortaya çıkabilir” demek ile “gülün kokusu vardı, artık kesin olarak yok ve bir daha olmayacak” demek arasında önemli bir fark var… Artık yok. Bu önemli bir nokta. Geçmiş yok, gelecek de yok, şu an var, çok yakın gelecek var…

turgut alp bekoğlu, ilkin deniz ve erkan oğuru bir araya getiren telvin, 1995 yılında çalışmalarına başlamış ve ilk konserler houston ve new orleans da verilmiş... grup 2001 yılında etnik vurmalı ve nefeslileri de misafir ederek konserler vermeye başlamış... telvin trio anadoluyu caza uyarlamıştır -yada cazı anadoluya- ve zengin doğaçlamalarla dikkat çekmiştir... daha sonra stüdyo ve konser kayıtlarını kalan müzikten çıkardıkları double albümle bizlere ulaştırmışlardır... ilkin denizden sonra ismail soyberk katılmıştır telvin trio ya...

bu arada, dikkatinizi çekmiştir hemen eğer ustaların linklerine tıkladıysanız, hiç birinin internette resmi web sayfası yok sinan cem eroğlu haricinde... her ne kadar erkan oğur internet de televizyon gibi çöplükten başka bir şey değildir demiş olsa da, üstüne üstlük, bir blog sahibi olarak ben de özellikle televizyon konusunda kendisine çok fazla katılıyor olsam da, devir ne yazık ki istesek de istemesek de internet devri... keşke televizyon ve internet hiç olmasaydı... keşke bu 2li dünyanın en tehlikeli silahları olmasaydı ama ortada bir gerçek var ki, bizim neslimiz de dahil olmak üzere, gelecek nesiller de artık her şeyi internetten öğrenecekler... ve ben ola ki es kaza genç biri girer okur da etkilenir diye yazıyorum bunları... 1 kişi bile çok önemlidir artık...


telvin çok çok önemli bir üçlü yada proje... proje diyorum çünkü bence hedefi, amacı olan; özleyeni, bekleyeni ve yarar sağlayıcısı olan çok önemli çalışma... telvin trio, özellikle erkan oğur muhteşem bir doğaçlama ustası... caz (hatta bence müzik) aslında sadece doğaçlamadır yada öyle olmalıdır yada ben öyle seviyorum... bekleyeni vardı bu projenin dedim, evet vardı bekleyeni ve en önemli bekleyeni de bu coğrafya idi... tabii bu coğrafyanın cazseverleri... erkan oğur hayranlarının önemli bölümü halk müziğine gönül vermiş, çoğu orta yaşa yakın yada orta yaş üstü kişilerdir... ama erkan oğur tam bir caz müzisyenidir... blues u ise çok iyi bildiği malum... telvin mutlaka gerekli idi ve bu projeyi yapabilecek belki de tek üstad erkan oğur idi ve gerçekleştirdi...

telvin trio da elazığ türküsüne cazın ve blues un nasıl karıştırılabileceğini görüyorsunuz... dinlerken çok da normal geliyor ve sanki zor da gelmiyor... o kadar basitmiş gibi algılıyorsunuz ki!... aslında bu işin kenarından kıyısından geçmeye bile kalksanız mutlaka türkünün yada cazın yada her 2sinin de içine edersiniz... bunları hiç birini bozmadan 3 ü 1 arada gibi, tam da kararında birbirine yedirebilmek çok zor... dünyada bunu yapabilen müzisyen sayısı da bugün için 3 yada 5 i geçmez...

erkan oğur her ne kadar internete ve korsanlığa haklı olarak karşı çıkıyor olsa da, ben telvin trio nun affına sığınarak, aşağıdaki harika konser kaydını paylaşmak istiyorum... nasıl bir performastır bu!?...

Telvin (Erkan Ogur, Alp Ersonmez, Turgut Alp Bekoglu) @ Turkish Jazz Week '15



dayanamayacağım, hadi aşağıdaki videoyu da ekleyeyim... kontrbasda ozan musluoğlu ve kavalda sinan cem eroğlu var... tüy ürpertici:)... demişim ve evet var ama videolar kaldırılmış, ben aynı videoyu ararken, daha iyisini buldum... öncesinde sarp maden quartet var... müthiş cazcılardan ardı ardına performanslarla 50 dakikalık video... umarım bu video da kaldırılmaz... telvin... sarp maden... engin recepoğulları... matt hall... derin bayhan...



telvin in neden bu projenin adı olduğu net biçimde anlaşılıyor özellikle 2. videoda... telvin, renkler demekmiş... ama sadece renkler demek için kullanılmıyor bu kelime... renkler arasındaki ton farklılıklarının ve bu farklılıkların birbiri içine geçmesiyle oluşan yeni renkler... aslında mevcut renk miktarı sonsuz bu evrende... tıpkı seslerin sonsuz oluşu gibi... zaten bu sebeple erkan oğura göre insanoğlu müzik yapamaz... çünkü insanı aşan bir konu... tıpkı resim gibi... insan resim de yapamaz... sanat ise kainatın taklidinden öteye gidemez... telvinin tasavvufdaki yeri ise renklerle aynı; bir sürü, sonsuz sayıda hal var kainatta... bizler de kainat içinde bu haller arasında sürekli geçiş yaparız... bu geçişi ustalıkla yapanlar olduğu gibi, eline yüzüne bulaştıranlar da var ve çok fazla bu bulaştıranlar... geçişi ustalıkla yapabilenler kimler mi?... "telvin trio"... sadece telvin trio da değil tabii...

ve fuad... erkan oğur benim için en başta fuad... sonra telvin...

fuad aslında oğur-gasparyan albümü... bence bu albüm tepe noktası (şimdilik)... bu albümdeki fuad adlı parça ise albümün zirvesi (bizce)... erkan oğur diyor ya "insan müzik yapamaz, en fazla taklit eder"... erkan oğur bu parçada taklit ile yaratmak arasında gidip gelmiş olabilir... az kalsın yaratıyormuş... halden hale geçiyormuş neredeyse:)... dinlerken de halden hale geçmek mümkün...

erkan oğuru yazıp bitirmek mümkün değil... konuşmayı değil, susmayı; yazıyı değil, sesleri ve renkleri seven biri olmasına rağmen, ne kadar çok şey anlatmış aslında... sadece çok fazla ilgimi çeken kısımları alıntıladım buraya... biraz da anlamakta güçlük çektiğim kısımları alıntı yaptım... anlaşılması zor bir insan kendisi...

kendisi hakkında en çok bilinen konuları da kısaca özetleyeyim ve bitireyim artık... perdesiz gitarın mucidi... dünya müzik literatüründe önemli bir yeri var üstadın... mfö kasetiyle adı duyuldu gibi ilk kez... ve "ne yazık ki" eşkiya filmi ile daha geniş kitlelerce tanındı... halbuki öncesinde yaptığı çok iyi çalışmalar oldukça fazla... oğur sazı adını verdiği kendi yaptığı 6 telli sazı vardır... oğur sazında bulunan 6 tel gitardaki gibi tek tek sıralıdır ve mızrap yerine elle arpej usulü çalınmaktadır... daha sonra oğur sazının 9 tek, 12 çift sıra telli tiplerini de yapmıştır ve akort sistemi de geleneksel sistemden farklıdır... kopuz çalmaktadır... sesi çok güzeldir erkan oğurun...

müzisyen olmadığını, sadece pasaportunda "mesleği: müzisyen" yazdığını söylüyor kendisi... gitarist de değilmiş kendisine göre... saygı duymak lazım bu mütevazı insana...

ilk çalışmalarından bugüne kadar bildiğim, çok sevdiğim erkan oğur u ben bu paylaşımı yazarken gerçek anlamda tanıyabildim!... kendimce de bir şeyler yazayım... çok büyük bir gerçek sanatçı kendisi ve bence herkesin zannetiği gibi mütevazı filan da değil kesinlikle!... bunu kötü anlamda yazmıyorum ama kesinlikle öyle değil... derviş filan da değil herkesin zannettiği gibi... erkan oğur bir dünya insanı... mükemmelliyetçi bir kişilik ve bu kesinlikle içi boş bir sözde mükemmelliyetçilik değil... ortaya mükemmel eserler koyan bir mükemmelliyetçi... kendisi taklit diyor ama bence çok yaratıcı... ve bilgelik yönü çok gelişmiş bir gerçek sanatçı... aslında erkan oğur sadece "gerçek bir sanatçı"... sorun şu: bizler gerçek sanatçı nedir? onu bilmiyoruz...

yazıyı bitiremedim bir türlü... aklıma başka ilaveler geliyor durmadan ama bu kadar uzun yazıyı da bu devirde kimse okumaz ki... herkes 140 karakter okumaya alışmışken ve herkes derdini 140 karakterle anlatabilirken...

renkten renge dedik ya... her renk var erkan oğur'da... üstelik o her rengin farklı tonları da fazlasıyla var... aşağıdaki videoları sakın es geçmeyin... özellikle rock ve blues dinleyicisi iseniz ve erkan ustayı hiç blues çalarken görmediyseniz...

yavuz çetin ve erkan oğur... dünya...



erkan oğur - blues gitaristleri gecesi... little wing... the thrill is gone...





kendisine ait aşağıdaki dizeleri yazıp, ustadan sonra kelam edilmez deyip, keseyim artık zırıltıyı...

insan değil de ağaç olsam
dallarımın arasından rüzgar esse
yapraklarım, çiçeklerim meyvelerim olsa!
mevsimleri yaşasam...
köklerimle toprağın derinliklerine sarılsam.
kuşlar konsa dallarıma, yuva bile yapsalar...
böcekler, karıncalar yollansalar içime...
çürütseler oralarımı,
ballarım, sakızlarım olsa
gövdeme bir insan yaslanıp uyusa...
ben bunları hiç bilmesem, sadece ağaç olsam...

Yorumlar

  1. Ne kadar büyük bir sanatçı ve gerçekten mükemmel bir dünya insanı. Çok saygın bir kişilik ve çok güzl bir yazı. Elinize ve yüreğinize sağlık uzun yazılar okunmuyor bu zamanda demişsiniz ama her bir paragrafı bir kaç kere okdum.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

Popüler Yayınlar