Ana içeriğe atla

tülay german belgeseli: kor ve ateş yılları

tülay german

fransa'nın en büyük müzik ödülü olarak kabul edilen académie charles cros ödülünün sahiplerinden biri olan tülay german ile büyüyorduk ama yarım kalmıştı... benim dünyaya gelişimden 5 sene önce pop müziğimizin ilk hiti burçak tarlası ile ortalığı kasıp kavurmuş olan çok önemli bir isim tülay german... 1981 yılında fransa academie charles cros ödülünü almış olan 1980 yapımı çalışması toulai et françois rabbath albümü ve françois rabbath ile birlikte yaptıkları diğer çalışmalar hakkında daha önce detaylı paylaşım yapmıştım, bağlantıya gidip, okursanız sevinirim... belirtmeden geçmeyeyim, bu charles cros ödülü; pink floyd ve jimi hendrix gibi isimlere verilmiş bir ödül... ülkemizden de bildiğim kadarıyla, moğollar'a da verilmişti... bunları yazdıktan sonra karşıma çıktı bereket, ruhi su ustaya da verilmiş bu ödül...

ben bazı paylaşımları z kuşağı için yapıyorum, neden z kuşağıysalar artık... o da ayrı bir sorun... kuşaklar bitiyor mu?... bitiyor tabii... bildiğiniz insanın son hali bu z kuşağı... eh artık uyansanız da balığa gitsek iyi olacak...

tabii hemen kendi fikrimi yazayım; z kuşağıymış, x kuşağıymış yada varsa eğer a, b, c kuşaklarıymış, indigoymuş, kristalmiş, farklılıkmış, şuymuş buymuş, hepsi saçma sapan yapay zırvalıklar... indigo çocuklar muhteşemlermiş vs vs... bach, newton yada da vinci filan hiç muhteşem ve farklı değillerdi de mi?... aptalca uydurmalar hepsi de... her kuşak da bir havalara giriyor bu zırvalıkları okuyunca...

hele z kuşağı "biz farklıyız, dünyayı değiştireceğiz" havalarında... yahu sizi değiştiriyorlar, farkında değilsiniz... değiştirecekler ve "biz yapmadık, bunlar zaten değişiktiler" diyerek, sıvışacaklar:) anlayın artık bi zahmet...

tüm dünyada üzerine oyunlar oynanan, herkesin ve her kesimin bi yerlere çekip götürmek istediği, durmadan çekiştirdiği bir nesil bu z kuşağı... itile çekile koparılacak neredeyse koskoca kuşak... z kuşağını farklı kılan da bu durum... başka da bir farkı yok... hikaye o çok farklı olma lafları... her kuşak farklı idi... yakın tarihte en yaşamış, görmüş ve çekmiş olan da dedelerimizin, ninelerimizin kuşağıdır... kimse hikaye anlatmasın; onlar osmanlıdan cumhuriyete, telgraftan bilgisayara kadar hepsini gördüler... iki dünya savaşı ve ülkemize özgü olarak da bir sürü darbeler cabası... en önemlisi de kurtuluş savaşı yani istiklal harbi... salgınlar, karneli günler vs... hatta 68 kuşağı süreci de dahil olmak üzere, her şeyi bilen, gören ve yaşayan onlar... buharlı trenden uzay mekiğine kadar... yok artık demeyin sakın... benim anneannem bunların tamamını yaşadı ve fazlasını... halam da... 1900 ve 1910 yılında doğan ve 90 yıl yaşayan insanlar neleri görmüştür ortada...

yani z kuşağı başta olmak üzere; y, x ve bilimum kuşaklar kendilerini matah zannetmesinler... ama şu var; z kuşağı da çok şey yaşayacak ve eskileri geçecekler muhtemelen bu konuda...

bir de şu durum var; uyanmalarını ve balığa gitmelerini beklediğim tuhaf kuşak da durmadan kandırıyor bu z kuşağını... yalan söylüyorlar...

bir kaç gün önce; kalbur üstü biri, bir video paylaştı... demirel, ecevit, türkeş ve erbakan tv'de tartışıyorlar... tartışmada kullanılan ifadeler şöyle: "sayın ecevit, özür diliyorum, sözünüzü kesiyorum ama affınıza sığınarak size bir gerçeği hatırlatmak isterim... a, tabii buyrun sayın demirel, rica ederim efendim........" tarzında olağanüstü bir kibarlık ve nezaketle süregiden bir tartışma:)))... tabii ki çok kibarlardı, aynen öyle idi... ama paylaşan zat-ı muhterem, z kuşağına hitaben şöyle bir mesaj vermeye çalışıyordu "bakın gençler, bir zamanların türkiyesi nasıldı, vs vs vs"...

ya arkadaş; iyi de, bir tek z kuşağı okumuyor ki sizleri:)... ben objektif adamım, ne ise o... bildiğimi yazar geçerim... çok önem verdiğim z kuşağı denen kesime de asla martaval okumam sizin gibi...

ömrü yetmeyen göçüp gitmiştir tabii ama çok şükür hayattayız yahu:))... ben bile orta yaşa anca giriyormuşum dünya sağlık örgütüne göre, sevindim... rahat rahat, korkmadan dsö'den bahsedebilmek de ne güzelmiş... e arkadaş neyin ne olduğunu bilmiyormuyuz biz, geri zekalı mıyız?:)... kabaca 60'lar ve 90'lar arası... yani 1925 yılından bahsetseniz anlayacağım...

"ay evet muhteşem yıllardı:)" töbe töbe:)... netekim evren paşamız, golf pantolon ve baston ile atatürkçülük oynamadan az önce (bugün de zeybek oynayarak kendini atatürkçü gösterenler türedi); ecevit romantik solcu takılırken, defalarca şapkasını alıp, defalarca aramıza dönen süleyman bey halkın içinden biri idi... gerçekten öyle idi, dalga geçmiyorum... ben o dört siyasetçimizi de çok takdir ederim ve severim... ecevit de ortalama bir halk tabakası içinden idi ve zaten sonraki sosyal demokratlardan kendisini hep ayırmıştır... farkını anlamasam da demokratik sol idi ecevitin yolu... ama bugün için rahatlıkla söyleyebilirim; çok eğreti duruyorsunuz be sosyal demokratlarım... siz şimdi solcumusunuz yani))... söylemeseniz, anlamak mümkün değil...

neyse... siyasete girmeyelim ama çocukları ve gençleri de kandırmayalım lütfen... yalan söylemeyin onlara... gerçek ne ise, o...

mesela bir kesim köpürüyor... diyorlar ki "aaah ah eskiden böylemiydi, şimdi demokrasi yok, sanat yok, gideceğim bu diyardan, boğulduk, bittik, bizi bitirmek istiyorlar vs vs vs"... iyi de sayın o kesim; bırakın koskoca nazım oratoryosunu, nazım hikmet'in tek bir şiirinin sadece iki dizesi ceketinizin cebinden çıksa ayvayı yediğiniz yıllar hakkında nasıl oluyor da bu kadar muhteşem yıllarmış gibi bahsederek, gençlere hatalı mesajlar verebiliyorsunuz? diyen de çıkmıyor...

şimdi yazarken aklıma geldi; kızdıklarım da mı çok gençler acaba diye düşündüm... olabilir gerçekten... onlar da bilmeden mi fikir yürütüyorlar ki... çünkü bahsettikleri o yılları bu derece muhteşem zannetmek de tuhaf yani ne diyeyim... 10 senede bir amerikan gazıyla darbelenen süreç nasıl muhteşem olabilir ki... anlamadım bu işi...

aklıma baydın kazanınca sevinçten göbek atan "solcuyuz biz, moderniz, ileriyiz, her şeyi biliriz"ciler geldi yine... töbe estağfirullah... amerikan başkanından medet uman solcu, eşantiyon olarak bir tek bizde ve amerikada vardır herhalde...

neyse; burası müzik bloğu, siyasetin işi yok burada:)...

sanki konu dağıldı ama emin olun dağılmadı, konu üç aşağı beş yukarı bu...

şimdiki z kuşağı doğal olarak bilmez ki... ama doğruları anlatmak gerekmiyor mu?... neden yalan söylüyor sunuz?... size o kadar çok güveniyorlar ki aslında...

z kuşağına söyleyebileceğim tek şey var: bilgi çağı sizin çağınız, kendiniz kurcalayın eskileri, okuyun, inceleyin, öğrenin her şeyi... sizin üzerinize oyun oynuyor herkes... bütün dünyada... size çok sevimli şeyler sunuyorlar, hepsi yalan... tamamı... size sevimli görünen hiç bir şeye inanmayın... benden söylemesi...

düşmemiş bir uçağın kara kutusu

tülay german belgeseli

didem pekün ve barış doğrusöz tarafından çekilen ve tülay german’ın hayat hikayesini anlatan kor ve ateş yılları belgeseli hem tülay german'ın sanat yolculuğunu hem de benim yukarıda bahsettiği onlarca yıllık süreci anlatıyor... çok önemli bir çalışma ve bu belgeselde, tülay german tarafından yazılıp, 2001 yılında yayınlanan düşmemiş bir uçağın kara kutusu en önemli belge olarak kullanılmış... bu belgeselde tülay german'ı eski kayıtlar ve belgeler haricinde göremeyeceksiniz çünkü belgeselde görünmeyi tercih etmemiş kendisi...

belgeseli izleyin ama otobiyografik düşmemiş bir uçağın kara kutusu kitabını da mutlaka satın alıp, okuyun derim... kitap yukarıda ama yeni baskıların kapağı farklı... uzun süre baskısı yapılmamıştı ama galiba 2019 yılında yeniden basıldı...

unutmayın... z kuşağına diyorum, okuyun mutlaka...

tülay german hakkında çok kısa bilgi

60'lı yılların ikinci yarısında fransaya gitti ve bir çok plak kaydı yaptı... bir çok ülkede -ki bu ülkeler içinde afrika ve güney amerika ülkeleri de var, konserler verdi, festivallere katıldı, tv ve radyo programlarına konuk oldu... ilhan mimaroğlu'nun kendisi için yazdığı track albümünü çıkardı...

track albümünü dinleyen caz efsanelerinden charles mingus, hayran kaldı kendisine ve bir diğer efsane duke ellington için yazdığı ellington's sound and love şarkısını kendisinin seslendirmesini istedi... ama mingus bir süre sonra vefat etti ve bu çalışma yarım kaldı...

biraz fazla özet oluyor ama belgeseli ve kitabı varken, uzun uzun yazmaya ne gerek var... sonrasında en başta bahsettiğim françois rabbath ile albüm yapması ve bu albümün charles cros ödülünü alması var... bir süre sonra da nazım hikmet'e saygı albümünü çıkardı ve sonrasında da müzik çalışmalarını noktaladı tülay german... en başta verdiğim bağlantıdan daha detaylı okuyabilirsiniz...

sadece müzisyen değil, aynı zamanda yazar ve uzun süre adam sanat dergisinde yazılar da yazdı...

belgeselleri, kitapları olan ustaların ustası tülay german konusunda bana daha fazlasını yazmak düşmez... zaten gerek de yok... keşke tüm ustalarımız hakkında bu derece bilgi olsa ve geleceğe de taşınabilseler...

tülay german'dan bahsederken geçen isimlerin büyüklüğünün farkında mısınız?... çok daha fazlasını belgeselde öğreneceksiniz emin olun... duke ellington için yazılmış charles mingus eseri duke ellington's sound of love ile bitireyim artık...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

gelem gelem (djelem djelem)...

çingene bayrağı "öldüğüm zaman beni ayakta gömün çünkü bütün ömrüm dizlerimin üstünde geçti" "gyelem, gyelem", "jelem, jelem", "dzelem, dzelem", "dželem, dželem", "delem, delem", "djelem, djelem", "celem, celem"... ve daha bir çok benzeri türevi var bu "gelem, gelem" in... farklı çingene (roman) diyalektlerinde birbirine benzeyen ama farklı yazılan bir çok örneğine rastladım... aşağıdaki fotoğrafta bile, bir yanda dzelem yazarken, hemen yanında verilen sözlerde djelem yazılmış... en yaygın olarak kullanılan ise "gelem" olduğu için, ben de o şekilde yazıyorum... çingeneler, çingene kültürü, müziği ve çingene katliamı hakkındaki aşağıdaki yazıları da okuyabilirsiniz   çingeneler   çingene müziği   tüm dünyadaki çingene halklarının ortak marşı oluyor gelem, gelem... insanın içini titreten çok önemli bir çingene şarkısı... zarko jovanovic e ait... çingeneler arasında çok sevildiği içi

çocuğa gitar nasıl alınır?

başlığı atmam çok uzun sürdü!... "çocuğa gitar nasıl alınır" tuhaf geldi... "gitar çocuğa nasıl alınır" daha tuhaf... "nasıl çocuğa gitar alınır" ilginç oldu... "çocuğa nasıl gitar alınır" daha değişik oldu... her neyse işte, yazının bütün bu değişik sorulara yanıt vermesine çalışayım da olsun bitsin... aslında çok zor bir konu hakkında yazacağım çünkü bu sayfaya "çocuğuna gitar almayı düşünen ama bunu nasıl yapması gerektiğini bilmeyen, işin içinden çıkamayan kişiler" arama motorları tarafından zorla getiriliyorlar ama bu sayfada öyle bir konu yoktu... artık olmak üzere... gelen kardeşlerimiz elleri boş dönmesinler diye düşündüm ve bildiğim kadarıyla yazayım dedim... "çocuğa gitar nasıl alınır" ve "gitar çocuğa nasıl alınır" sorularının yanıtı basit ve hemen geçeceğim; cebe bir miktar para konulur ve müzik aletleri satan yerlerden birine gidilip, satın alınır... bunu geçiyorum... "nasıl çocuğa gitar a

mohsen namjoo

az önce tanıştım mohsen namjoo ile ve yine ilk dinlediğim parçasında, hatta daha parça başlar başlamaz "budur" dediklerimden oldu... şu anda henüz 2. parçadayım ve dinlediğim ilk parça ile ikinci parça arasında zerre kadar alaka yok! sevdim bu adamı:)... zannedersem zaman zaman olduğu gibi "çok engin bir derya" ile karşılaştık yine ve zaten ben de bu bloğu boşuna yazmıyorum, öğreneceğiz bakalım ne kadar enginmiş mohsen namjoo ... karşılaştığım ilk bilgiyi -saçma da olsa- hemen vereyim; ülkemizde muhsin namcu diyenler de var!... hatta uzun uzun tartışmalar bile yapılmış bu konuda!... biri diyor sen hatalısın, öbürü diyor; hayır sen yanlışsın... her konuda olduğu gibi, bu konuda bile ciddi bir ayrışma söz konusu... klasik ülkemiz insanı durumu... tamam, gerçek adı doğal olarak farsça ve yazılışı farklı çünkü mohsen namjoo iranlı bir sanatçı... bu konuda bile tartışmaya ne gerek var anlamış değilim... çok mu zor? bakarsın adamın sayfasına, o neyi kabul etmişse, s

gnossienne

source: martha graham center of contemporary dance www.marthagraham.org Photograph by Soichi Sunami gnossienne denince akla önce yaratıcısı erik satie geliyor doğal olarak ama onun dışında akla hayale gelebilecek her şey de geliyor ruh durumuna göre... özellikle o büyük üne sahip olan gnossienne no 1 dinlerken ben parçayı her seferinde başka başka hissediyorum... bu eserin aslında hiç bir şekilde eğlenceli, neşeli vb filan olması mümkün değil gibi çünkü doğaya aykırı ama bana komik ve neşeli geldiği bile oldu!... yorumu dinleyenin ruh durumuna  bırakabilen bir eser... önce şu yukarıdaki fotodan bahsedeyim, koreografisi amerikalı efsane kadın dansçı martha graham a ait 1926 nisanında prömiyeri yapılan dans gösterisinden... fotoğraf 1927 yılına ait ve gnossienne dans performansından bir enstantane... martha graham, 1991 yılında 97 yaşında öldü... amerikanın en eski dans kumpanyasının kurucusu ve ölene kadar da koreografilerini sürdürmüş... gnossienne ise martha grahamın ilk ba

çocuklar müziğe hangi enstrümanla başlamalı?

piyano neden bu paylaşımı yapıyorum? önce onu yazayım... neden olacak, çok soru geliyor... çocuk ve genç sanatçılarımızı paylaştığım için sık sık, doğal olarak bana soran aile çok oluyor bu konuyu ve bazı başka konuları... en çok sorulan sorulardan biri de şu: "bizim çocuk müziğe çok meraklı, hangi enstrümanla başlasın? hangi kursa gönderelim?" kabaca bu soru çok geliyor... tabii devamı da var... bir kaç soruyu da ayrı bir paylaşımla yazarım... daha önce çocuğa gitar nasıl alınır? gibi bir paylaşım yapmıştım, onu okuyan, bu piyano işini de soruyor haliyle... bir çok özel kurs var... enstrüman satan mağazalar var... müzik öğretmenleri vs var ama galiba anladığım kadarıyla aileler verilecek cevabın tarafsız olmasına özen gösteriyorlar... yani doğal olarak işin içinde ticari, parasal, ekonomik vs vs konular olunca, galiba tatmin edici olmuyor... mesela piyano kursu veren bir yere sorduklarında aldıkları cevabın "piyano" olması onları tatmin etmeyebiliyor... beni de e

can özhan ve öğrencileri

can özhan yazıya nasıl başlayacağımı bilemedim... kaç aydır duruyor bu paylaşım taslak olarak ama elbisesini giydirip, paylaşmam lazım... ben normal koşullarda can özhan gibi ünlü ustaları değil de, ünlü birer usta olacak genç sanatçılarımızı yazıyorum... can özhan da genç sanatçı ve 32 yaşında bu aralar ama bloğun konseptinin çok dışında bir sanatçı artık... çok başarılı ve benim hiperaktif sanatçı olarak tanımladığım sanatçılarımızdan can özhan da.. konserler, projeler, ustalık sınıfları, orkestra kurmalar vb bir çok farklı aktivite devam ederken, bir çok da genç kemancı yetiştirdi ve yetiştirmeye devam ediyor... hepsi de çok başarılılar ve aslında her biri ayrı ayrı paylaşımları fazlasıyla hak ediyorlar ama ben bu tip paylaşımlar yapmayı tercih ediyorum.. yani ortada bir proje, orkestra, destek programı vs gibi bir ortak çalışma içinde yer alan genç sanatçılarımızı paylaşma gibi... bu paylaşımın konusu ise; en az sanatçılığı kadar başarılı olduğu öğretmenliği can özhan'ın... v

gordion oda orkestrası

gordion oda orkestrası geçtiğimiz haziran ayında yeni bir orkestramız daha dünyaya geldi.. gordion oda orkestrası .. son yıllarda bu konuda çok güzel kıpırdanmalar var ve yeni orkestralar, korolar, projeler, etkinlikler dikkat çekmeye başladı.. bu yeni ve genç oluşumların bir kısmı maalesef çinliler yarasa çorbası içtikleri için çeşitli şansızlıklara denk geldiler ama ben kaldıkları yerden yollarına devam edeceklerinden eminim... orkestranın en önemli hedefi; genç sanatçılara mesleklerini icra edebilme şansı vermek... sadece orkestracılık anlamında değil, solistlik anlamında da kendilerini gösterebilme yolunu onlara açmak... tabii ki bunu yaparken benim gibileri de barok konserlerle buluşturacaklar... buluşacağız gordion oda orkestrasıyla ancak birlikteliğimizin devamı için sürdürülebilirliğin sağlanması da şart... oldukça fazla sayıda genç sanatçımız gordion bünyesinde bir araya geldiler ve büyük bir heyecanla çalışmalarını sürdürüyorlar.. günümüz şartlarında, mutlaka sponsorlarının o

org

benim hastalık boyutunda bir takıntım vardır bu org konusunda, bir kaç paylaşımımda bahsetmiştim daha önce... ülkemizde "org" olarak adlandırılan çok geniş bir müzik aleti grubu olması ve farklı adlandırılmalara gidilmeden, tamamına org adı verilmesidir bu takıntı... aslında bu takıntımda pek de haklı değilim, biliyorum ama üzerinde tuşları olan, birbiriyle alakasız her türlü cihaza tek bir isim verilip, org denmesini de hep yadırgamışımdır...  keyboardlar & piyanolar  başlıklı eski paylaşıma göz gezdirirseniz anlarsınız bu takıntımı... bu gereksiz takıntımda pek de haklı değilim dememin sebebi ise şu; aslında benim "org" denilip geçilmesini yadırgadığım cihazlar da "org" denen şeyin geliştirilmiş, elektronikleştirilmiş, dijitalleştirilmiş halleri... üstelik türkçe karşılıkları da yok ve tamamına org deyip geçmek de yanlış sayılmaz... benim takıntılı biçimde "gerçek org" dediğim ve hayranı olduğum şey aşağıdaki muhteşem varlık oluyor...

ilham perileri

ilham perileri (müzler) biraz sakat bir konuya dalasım geldi, bakalım işin içinden çıkabilecekmiyim... şu anda çok az bilgim var şu ünlü ilham perileri hakkında... şöyle bir olası kaynaklara da göz gezdireyim dedim, gözüm de korktu ama yıllardır hep ilgimi çeker bu ilham perileri... müzler de deniyor, musalar da... ingilizce muses... hemen her dilde yunanca orijinaline sadık kalınmış... Μοῦσαι (moũsai) ise orijinali oluyor... yunanca tabii... müz kelimesinin kökeni de "men" miş... bana pek bi alakasız geldi ama öyleymiş sonuçta... men kelimesi ise çok fazla ciddi anlamlar taşıyor: akıl, düşünce ve yaratıcılık!... umarım ingilizce insanoğlu denen "men" buradan gelmiyordur ama sanki öyle... bu kadarla da kalmıyor, bu 3 ana kavramın altını dolduran konular çok önemli; bilim, edebiyat ve sanat... konu ağır anlayacağınız... men kelimesinden köken aldığı söylenen müzler ise sanat, bilim ve edebiyat alanında eserler veren insanlara ilham getirmekle görevli periler.

concertgebouworkest'te üç bilkentli

meriç nisan soytutan (viyola), arcan isenkul (viyola), kerem erşahin (fagot) bilkent üniversitesi müzik hazırlık lisesi 11. sınıfta öğrenimlerine devam eden meriç nisan soytutan (viyola), arcan isenkul (viyola) ve kerem erşahin (fagot); c oncertgebouworkest young orkestrası tarafından davet edildiler... daha doğrusu; farklı ülkelerden toplam 73 seçilmiş öğrenci arasına girmeyi başardılar... 4-21 ağustos 2022 tarihleri arasında hollanda'da hem eğitim alacaklar hem de önemli solistlerle konser verecekler... concertgebouworkest ; 130 yılı aşkın bir süredir ara vermeden sesini duyuran, dünyanın en iyi orkestralarından biri olarak kabul ediliyor... concertgebouworkest young ise; adı üstünde, bu orkestranın uluslararası gençlik orkestrası oluyor... üç başarılı genç sanatçımız, bu orkestranın etkinliğine katılacaklar... concertgebouworkest young, avrupa ülkelerinde öğrenim gören 14-17 yaş grubundaki genç sanatçılara önemli bir tecrübe kazandırmayı ve eşitlik ilkesi içinde fırsat yar