Ana içeriğe atla

klasik müzik konserlerinde alkış sorunu


konu çok ciddi bir konu ve resmen kanayan bir yara... ülkemizde klasik müziğin gelişmesinin önündeki en büyük engel bu sorun... klasik müzik konserlerinde, eserin neresinde alkışlayacağımızı bi bilebilsek, müziğimizin gelişimini engelleyen bütün sorunlar ortadan kalkacak... hatta boş salon yada kadrosuz müzisyen bile kalmayacak... ama halk olarak öğrenemedik bir türlü ve klasik müziğin içler acısı durumu da ortada...

klasik müzik eserlerinin neresinde alkışlamalıyım!...

"olmayacak bir yerde alkışlarım, öndeki asık suratlı, arkasına dönüp beni gözleriyle yerin dibine batırıp batırıp çıkarmaz, orda kalırım" korkusuyla, konserde müzik dinleyemez, dinlesem de anlayamaz olduğum için, artık konserlere gidemiyorum... travma halini aldı... ya şaşırırsam! ya bilemezsem!...

salona girerken sağa sola bakın iyice... broşür gibi bir şey olur oralarda bir yerlerde... onu bu sebeple koyuyorlar... konserde neler çalınacak, pardon hangi eserler seslendirilecek? yazar orada... eser başladı diyelim; allegro... alkış yok!... adagio!!!... aman haaa orada da alkış yok, sakın... allegro molto... bu da bitti mi? eminseniz eğer, basın alkışı gitsin... işte bunu becerebildiğiniz anda, ülke müziğine çok büyük katkı sağlamış oluyorsunuz... müziğimizdeki içler acısı olduğu söylenen duruma sebep olan tek sorun bu çünkü...

içinizden sürekli sayacaksınız... 1 bitti... 2 bitti... 3 bitti... bakın hemen oraya, 4 filan yazıyorsa eğer, onu da bekleyeceksiniz ve eminseniz eğer bütün bölümlerin bittiğinden, alkışa abanın... allah ne verdiyse...

diyelim ki şaşırdınız!... bi şeyler çalıyor ama 2 miydi? 4 müydü? 3 olmasın!!!... diyelim karıştırdınız... dönün arkadakine sorun... bu kaçtı? deyin... bilmiyorsa, kalkın yerinizden, daha da arkadakine sorun... yok, en sağlamı, öndeki asık suratlıya sormak... koltuğu biraz gıcırdatın, o zaten pusuda bekliyordur, bir şey olsa da baksam diyordur, size ters ters bakınca, sorun kaçıncı bölüm olduğunu...

bu konu gerçekten çözüm bekleyen hayati bir konu... "bu kanıya nerden vardın ki?" derseniz, şurdan vardım: özellikle sezon başlarında, daha doğrusu sezon yaklaşırken, internette, dergilerde filan bu sorun çok irdeleniyor kültür ve sanat yazarlarımızca!... ordan vardım bu kanıya... herhalde en önemli sorunumuz bu ki, bunu yazıyorlar... de mi... insan ister istemez öyle düşünüyor...

ben kolayını buldum aslında... hiç alkışlamıyorum, oluyor bitiyor... orkestra, koro vs çıkıyor, solist çıkıyor, şef çıkıyor, 2-3 bölüm bitiyor, solist ve şef dönüp selam veriyor... hiç birinde kılımı kıpırdatmıyorum, sorun kalmıyor...

japonlar öyleymiş galiba, bilmiyorum ama öyle deniyor... sadece konserin en sonunda alkışlıyorlarmış... çok iyi yapıyorlar, eğer öyle ise... alın size çözüm...

klasik müzik konserlerinde alkış sorunu nerden çıktı?

peki bu "bölüm aralarında alkışlanmaz, eser tamamen bitince alkışlanır" kuralı nereden çıktı?...

çoğu eserde o alkışın olması aslında pek de rahatsız edici bir şey değil... bazı eserlerin bölüm sonlarında, o alkışı kulaklar arayabiliyor bile üstelik... sanatçılar da genelde bu yaklaşımda...

yani sanatçılar aslında bu alkış sorununa pek de katı bir karşı duruş göstermezlerken, "klasik müzik snobları" bu konuda savaş bile çıkarırlar!... işte ben o pire için yorgan yakabilen, kraldan çok daha fazla kralcılık oynayan klasik müzik snoblarının yaklaşımına çok fazla kafayı takmış durumdayım...

neredeyse bütün otoritelerce kabul edilen bir görüş: bu alkış kuralı 19. yüzyılın ortalarında çıkarılmış bir kural... öncesinde böyle bir şey yok... bu alkış kuralını yakın sayılabilecek bir zamanda zorla kabul ettiren isimler; wagner ve mahler'dir... bazı orkestra şeflerinin de gayretleriyle, klasik müziğe oldukça geç sokulmuş bir kuraldır bu kural...

19. yüzyılın başlarında, tiyatrolarda bazı katı kurallar uygulanmaya başlamış, yüzyılın ikinci yarısında bu kurallar konserlere de taşınmıştır...

paganinin, konserleri esnasında her an alkışlanabildiği ve bu durumdan kendisinin çok hoşnut olduğu çok iyi bilinmektedir ki filmlerde de böyledir... david garrett'in filminden bir sahne için tıklayın... sonlarda bir yerde paganini taverna sahnesi olması lazım...

mozart'ın da bu alkışlardan hoşlandığı bilinmektedir ve bunu açıkça da dile getirmiştir...

mozart, bazı eserlerinin ilk bölümlerinin sonlarını bol alkış alacak şekilde bestelemiştir ve bunu açıkça da söylemiştir...

bu konuda daha bir çok belge bilgi ve akademik çalışma var ama burası sonuçta bir blog... kaynak maynak da göstermiyorum... inanmayan kendisi araştırsın...

şu çok net: bu kural, sonradan zorla kabul ettirilmiş, despotça bir kuraldır... klasik müzik snobları da bilir bilmez, incelemeden, araştırmadan, sonradan dayatılan bu alkış kuralını temcit pilavı gibi söyleyerek, yazarak, akılları sıra kendilerinin ne kadar da bilgili olduklarını vs anlatmaya çalışmaktadırlar...

ve o snoblar yüzünden, insanlar konsere filan gitmekten korkmaktadırlar... joshua bell de bunu dile getirmiştir... "ara bölüm sonlarında alkış olunca ben çok memnun oluyorum" demiştir çünkü bu alkış hem beğeniyi ifade etmektedir hem de yeni klasik müzik dinleyicilerinin varlığını göstermektedir...

şimdi de lütfen cecilia bartoli hakkında yaptığım paylaşımda yüklediğim kısa son cual nave videosuna bir bakın derim... klasik müzik konseri budur işte arkadaş... sizin dayatmaya çalıştığınız değildir... o videoyu izleyince göreceksiniz ki cecilia bartoli'nin muhteşem sesine tepki veren seyirci de değildir!... orkestradaki kemancıdır... belki de baş kemancıdır...

eseri yarıda kestiren bir müzisyen... gülen bir solist... alkışlayan ve gülen seyirciler... gayet mutlu bir şekilde kesilip, devam eden bir konser...

diğer yanda da bilir bilmez herkesi bu konuda aşağılamaya çalışanlar... birinden birini seçmek, müzisyenlerin sorunu...

1950 lerden sonra bile, dünyanın en büyük orkestra şefleri dahi bu konuda tartışmışlardır... mesela pierre monteaux bölümler arasındaki alkışların önlenmeye çalışılmasını "yapay ve gereksiz bir kısıtlama" olarak değerlendirmiştir... 

rubinstein ise alkışın ne zaman olacağının seyirciye dikte ettirilmesini barbarlık olarak değerlendirmiştir...

aşağıdaki videoda şef ricardo muti, seyircinin eser ortasındaki muhteşem alkışı üzerine bu durumdan memnun kalarak, izleyiciye kısa bir konuşma yapmış, resmen "bu kültürü koruyun" demiş ve nabucco'nun esirler korosu va pensiero'yu bir kez daha seslendirmiştir seyirciye ödül olarak... verdiğim bağlantıda da benzeri bir durum söz konusudur... mutlaka izleyin...



daha bir çok örnek verilebilir bu konuda... daha doğrusu, akademik bilgi verilebilir... inceleyin... operadan örnekler verince, opera daha yumuşak diyorlar!... italya'dan örnek verince de italyanlar öyle diyorlar!... var mı öyle bir şey yahu... işlerine geldiği gibi yalan cevaplar hazır...

klasik müziğe sonradan konan bu katı kural yüzünden müzik doğallığını kaybetti ve resmen konser izlemek ciddi bir ritüeller bileşimine döndü... müzik; duygu işidir... seyirciyi rahat bırakın, hissettiği yerde alkışlasın... tabii burada ortaya çıkan sorun şu: izleyiciye güvenmemek!... bu da izleyiciyi aşağılamaktan kaynaklanıyor... "izleyici ne bilecek!" mantığı...

büyük bir duygu yoğunluğu içinde devam eden bir eserin saçma sapan bir yerinde alkışlayacak bir adet bile seyirci yoktur... öyle bir örneği bana asla gösteremezsiniz... akla mantığa aykırı... sadece klasik müzik de yok ki... düşünsenize; huşu içinde ney çalınırken, alkışlayan bir geri zekalı var mıdır?... klasik türk müziğinde, koro eser seslendiriken, saçma sapan anda kim alkışlar?... klasik müzik eserinde de olmaz öyle bir şey... ben hiç denk gelmedim... olabilecek en kötü durum; son nota basılmadan gelebilecek üç beş hafif alkıştır... ona da katlanıverin artık...


bazı eserlerde yavaş yavaş sessizliğe gömülmesi beklenen bölüm sonları var... uzun ve dikkatli bir fade out gerektiren... ben o eserlerin de ülkemizde seslendirildiğine pek tanık olmadım!... bunu da minik bir eleştiri olarak kabul edip, üzerinde biraz düşünmek gerekir...

müzikte; alkışlanmayı hak eden bir çok muhteşem an, resmen gümbürtüye gitmektedir... çoğu sanatçı, sırf bu sebeple hak ettiği anda, hak ettiği o alkışı alamamaktadır... tarihte bu şekilde gümbürtüye giden besteci bile vardır, o da o wagner! bu kuralları yanlışlıkla oturtmuştur aslında... kendisinden çekinen seyirciden alkış alamamıştır!...

bu kuralın ortaya çıkışını wagner yanlışlıkla sağlamış bazı kaynaklara göre... parsifal'in galasında son bölümden önce perde çağrısı yapılmamasını istemiş ancak seyirciler bunu alkışlamayın olarak anlamışlar ve alkışlamamışlar... wagner de izleyicilerin beğenmediğini düşünmüş... bu şekilde bazı aktarımlar da söz konusu... ben akademisyen değilim ancak sonuçta bu kuralın yaygınlaşmasında etkili olan ilk isimlerden biri wagner'dir ve muhtemelen istemeden buna sebep olmuştur... yıl da 1882!...

1882 yılında böyle bir durumun yaşanması, seyirciye tuhaf gelmiş! yani o tarihte bile bu kural yaygın değil... bu saçma sapan kuralın yaygınlaşması da 1900'lerin ilk yıllarında olmuş ancak hemen sonrasında 2 büyük savaş yaşandı zaten... o yıllar yaşanmadı sayılabilir... 1950'ler sonrasında ağırlık kazandı bu kurallar... o kadar da yenidir anlayacağınız...

peki; sizce bu durumda, neden internetteki ekşi sözlük yazarlarından tutun da, kültür sanat yazarlarına varıncaya kadar, bu kural bilir bilmez inatla savunuluyor? kaldı ki, sanatçılarımızın çok büyük bölümü de bu kuralı öyle pek de önemsemiyorlar... mesela; suna kan, gülsin onay, cihat aşkın, cem mansur benim bildiklerim...

konser salonunda 300 kişi bulunur en az... butik salon değilse... bu seyirci sayısı 1500 de olabilir, 3000 de!... daha fazla da... bu kadar seyircinin bulunduğu bir yerde, üstelik akustik özellikleri göreceli iyi bir kapalı alanda müzisyenlerin konsantrasyonlarını bozacak o kadar çok şey olur ki... olmaması mümkün değil...

evinizdeki müzik dinleme alışkanlığınızdan kaynaklanan o atmosferi konser salonlarından beklemek bence pek de akıllıca değildir... hafifleterek yazdım:)... başka bir kelime bulamadım...

bölüm aralarında alkış olması aslında tam tersine bence çok gerekli bir şeydir çünkü bölüm boyunca öksürüğünü tutan, koltuk ses çıkarmasın diye sabırla hareketsiz duran herkes, bölüm arasında her türlü sesi çıkarıyor... sahnedeki müzisyenler de!... alkış, o seslerden çok çok daha güzel değil mi?

müzik, doğaldır yada doğal olmalıdır... duygudur... hissetmektir... konser ise alkıştır... sanatçının gıdasıdır... müzik ruhun, alkış ise sanatçının gıdasıdır... kim ne derse desin, alkış gereken yerde olmalıdır... bölümler arasıymış, hatta bölümün ortasıymış anlamam ben... alkış, tam da gereken yerde olmak zorundadır... bunun dışındaki her şey yapaydır... hatta sanat ve sanatçı düşmanlığıdır...

bu zırvalıklar sebebiyle, klasik müzik seslendirilen konser salonları, dünyanın duygudan en yoksun, soğuk mekanları haline gelmiştir... ne kadar ilginç değil mi?... müziği, sanatçıyı, sanatı, konseri ve seyirciyi ne hale getirdiniz...

sanatçılara sesleniyorum... bırakın bu zırvalıklarda taraf olmayı... açık söyleyeyim, alkış gibi güzel bir şey sizin konsantrasyonunuzu bozuyorsa, bırakın o sanatı... aynen böyle düşünüyorum... 1900'ler öncesindeki sanatçıların bayıldığı bir şey, eğer sizi bozuyorsa, bırakın sanatı müziği filan... seyirciye güvenin... o kadar kişi alkışlıyorsa, alkışı hak etmişsinizdir... sevinin buna...

siz; olmayacak anlarda alkış alacak kadar iyi olun, bırakın bizler hata yapmış olalım... daha ne istiyorsunuz...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

gelem gelem (djelem djelem)...

çingene bayrağı "öldüğüm zaman beni ayakta gömün çünkü bütün ömrüm dizlerimin üstünde geçti" "gyelem, gyelem", "jelem, jelem", "dzelem, dzelem", "dželem, dželem", "delem, delem", "djelem, djelem", "celem, celem"... ve daha bir çok benzeri türevi var bu "gelem, gelem" in... farklı çingene (roman) diyalektlerinde birbirine benzeyen ama farklı yazılan bir çok örneğine rastladım... aşağıdaki fotoğrafta bile, bir yanda dzelem yazarken, hemen yanında verilen sözlerde djelem yazılmış... en yaygın olarak kullanılan ise "gelem" olduğu için, ben de o şekilde yazıyorum... çingeneler, çingene kültürü, müziği ve çingene katliamı hakkındaki aşağıdaki yazıları da okuyabilirsiniz   çingeneler   çingene müziği   tüm dünyadaki çingene halklarının ortak marşı oluyor gelem, gelem... insanın içini titreten çok önemli bir çingene şarkısı... zarko jovanovic e ait... çingeneler arasında çok sevildiği içi

çocuğa gitar nasıl alınır?

başlığı atmam çok uzun sürdü!... "çocuğa gitar nasıl alınır" tuhaf geldi... "gitar çocuğa nasıl alınır" daha tuhaf... "nasıl çocuğa gitar alınır" ilginç oldu... "çocuğa nasıl gitar alınır" daha değişik oldu... her neyse işte, yazının bütün bu değişik sorulara yanıt vermesine çalışayım da olsun bitsin... aslında çok zor bir konu hakkında yazacağım çünkü bu sayfaya "çocuğuna gitar almayı düşünen ama bunu nasıl yapması gerektiğini bilmeyen, işin içinden çıkamayan kişiler" arama motorları tarafından zorla getiriliyorlar ama bu sayfada öyle bir konu yoktu... artık olmak üzere... gelen kardeşlerimiz elleri boş dönmesinler diye düşündüm ve bildiğim kadarıyla yazayım dedim... "çocuğa gitar nasıl alınır" ve "gitar çocuğa nasıl alınır" sorularının yanıtı basit ve hemen geçeceğim; cebe bir miktar para konulur ve müzik aletleri satan yerlerden birine gidilip, satın alınır... bunu geçiyorum... "nasıl çocuğa gitar a

mohsen namjoo

az önce tanıştım mohsen namjoo ile ve yine ilk dinlediğim parçasında, hatta daha parça başlar başlamaz "budur" dediklerimden oldu... şu anda henüz 2. parçadayım ve dinlediğim ilk parça ile ikinci parça arasında zerre kadar alaka yok! sevdim bu adamı:)... zannedersem zaman zaman olduğu gibi "çok engin bir derya" ile karşılaştık yine ve zaten ben de bu bloğu boşuna yazmıyorum, öğreneceğiz bakalım ne kadar enginmiş mohsen namjoo ... karşılaştığım ilk bilgiyi -saçma da olsa- hemen vereyim; ülkemizde muhsin namcu diyenler de var!... hatta uzun uzun tartışmalar bile yapılmış bu konuda!... biri diyor sen hatalısın, öbürü diyor; hayır sen yanlışsın... her konuda olduğu gibi, bu konuda bile ciddi bir ayrışma söz konusu... klasik ülkemiz insanı durumu... tamam, gerçek adı doğal olarak farsça ve yazılışı farklı çünkü mohsen namjoo iranlı bir sanatçı... bu konuda bile tartışmaya ne gerek var anlamış değilim... çok mu zor? bakarsın adamın sayfasına, o neyi kabul etmişse, s

gnossienne

source: martha graham center of contemporary dance www.marthagraham.org Photograph by Soichi Sunami gnossienne denince akla önce yaratıcısı erik satie geliyor doğal olarak ama onun dışında akla hayale gelebilecek her şey de geliyor ruh durumuna göre... özellikle o büyük üne sahip olan gnossienne no 1 dinlerken ben parçayı her seferinde başka başka hissediyorum... bu eserin aslında hiç bir şekilde eğlenceli, neşeli vb filan olması mümkün değil gibi çünkü doğaya aykırı ama bana komik ve neşeli geldiği bile oldu!... yorumu dinleyenin ruh durumuna  bırakabilen bir eser... önce şu yukarıdaki fotodan bahsedeyim, koreografisi amerikalı efsane kadın dansçı martha graham a ait 1926 nisanında prömiyeri yapılan dans gösterisinden... fotoğraf 1927 yılına ait ve gnossienne dans performansından bir enstantane... martha graham, 1991 yılında 97 yaşında öldü... amerikanın en eski dans kumpanyasının kurucusu ve ölene kadar da koreografilerini sürdürmüş... gnossienne ise martha grahamın ilk ba

çocuklar müziğe hangi enstrümanla başlamalı?

piyano neden bu paylaşımı yapıyorum? önce onu yazayım... neden olacak, çok soru geliyor... çocuk ve genç sanatçılarımızı paylaştığım için sık sık, doğal olarak bana soran aile çok oluyor bu konuyu ve bazı başka konuları... en çok sorulan sorulardan biri de şu: "bizim çocuk müziğe çok meraklı, hangi enstrümanla başlasın? hangi kursa gönderelim?" kabaca bu soru çok geliyor... tabii devamı da var... bir kaç soruyu da ayrı bir paylaşımla yazarım... daha önce çocuğa gitar nasıl alınır? gibi bir paylaşım yapmıştım, onu okuyan, bu piyano işini de soruyor haliyle... bir çok özel kurs var... enstrüman satan mağazalar var... müzik öğretmenleri vs var ama galiba anladığım kadarıyla aileler verilecek cevabın tarafsız olmasına özen gösteriyorlar... yani doğal olarak işin içinde ticari, parasal, ekonomik vs vs konular olunca, galiba tatmin edici olmuyor... mesela piyano kursu veren bir yere sorduklarında aldıkları cevabın "piyano" olması onları tatmin etmeyebiliyor... beni de e

can özhan ve öğrencileri

can özhan yazıya nasıl başlayacağımı bilemedim... kaç aydır duruyor bu paylaşım taslak olarak ama elbisesini giydirip, paylaşmam lazım... ben normal koşullarda can özhan gibi ünlü ustaları değil de, ünlü birer usta olacak genç sanatçılarımızı yazıyorum... can özhan da genç sanatçı ve 32 yaşında bu aralar ama bloğun konseptinin çok dışında bir sanatçı artık... çok başarılı ve benim hiperaktif sanatçı olarak tanımladığım sanatçılarımızdan can özhan da.. konserler, projeler, ustalık sınıfları, orkestra kurmalar vb bir çok farklı aktivite devam ederken, bir çok da genç kemancı yetiştirdi ve yetiştirmeye devam ediyor... hepsi de çok başarılılar ve aslında her biri ayrı ayrı paylaşımları fazlasıyla hak ediyorlar ama ben bu tip paylaşımlar yapmayı tercih ediyorum.. yani ortada bir proje, orkestra, destek programı vs gibi bir ortak çalışma içinde yer alan genç sanatçılarımızı paylaşma gibi... bu paylaşımın konusu ise; en az sanatçılığı kadar başarılı olduğu öğretmenliği can özhan'ın... v

gordion oda orkestrası

gordion oda orkestrası geçtiğimiz haziran ayında yeni bir orkestramız daha dünyaya geldi.. gordion oda orkestrası .. son yıllarda bu konuda çok güzel kıpırdanmalar var ve yeni orkestralar, korolar, projeler, etkinlikler dikkat çekmeye başladı.. bu yeni ve genç oluşumların bir kısmı maalesef çinliler yarasa çorbası içtikleri için çeşitli şansızlıklara denk geldiler ama ben kaldıkları yerden yollarına devam edeceklerinden eminim... orkestranın en önemli hedefi; genç sanatçılara mesleklerini icra edebilme şansı vermek... sadece orkestracılık anlamında değil, solistlik anlamında da kendilerini gösterebilme yolunu onlara açmak... tabii ki bunu yaparken benim gibileri de barok konserlerle buluşturacaklar... buluşacağız gordion oda orkestrasıyla ancak birlikteliğimizin devamı için sürdürülebilirliğin sağlanması da şart... oldukça fazla sayıda genç sanatçımız gordion bünyesinde bir araya geldiler ve büyük bir heyecanla çalışmalarını sürdürüyorlar.. günümüz şartlarında, mutlaka sponsorlarının o

org

benim hastalık boyutunda bir takıntım vardır bu org konusunda, bir kaç paylaşımımda bahsetmiştim daha önce... ülkemizde "org" olarak adlandırılan çok geniş bir müzik aleti grubu olması ve farklı adlandırılmalara gidilmeden, tamamına org adı verilmesidir bu takıntı... aslında bu takıntımda pek de haklı değilim, biliyorum ama üzerinde tuşları olan, birbiriyle alakasız her türlü cihaza tek bir isim verilip, org denmesini de hep yadırgamışımdır...  keyboardlar & piyanolar  başlıklı eski paylaşıma göz gezdirirseniz anlarsınız bu takıntımı... bu gereksiz takıntımda pek de haklı değilim dememin sebebi ise şu; aslında benim "org" denilip geçilmesini yadırgadığım cihazlar da "org" denen şeyin geliştirilmiş, elektronikleştirilmiş, dijitalleştirilmiş halleri... üstelik türkçe karşılıkları da yok ve tamamına org deyip geçmek de yanlış sayılmaz... benim takıntılı biçimde "gerçek org" dediğim ve hayranı olduğum şey aşağıdaki muhteşem varlık oluyor...

ilham perileri

ilham perileri (müzler) biraz sakat bir konuya dalasım geldi, bakalım işin içinden çıkabilecekmiyim... şu anda çok az bilgim var şu ünlü ilham perileri hakkında... şöyle bir olası kaynaklara da göz gezdireyim dedim, gözüm de korktu ama yıllardır hep ilgimi çeker bu ilham perileri... müzler de deniyor, musalar da... ingilizce muses... hemen her dilde yunanca orijinaline sadık kalınmış... Μοῦσαι (moũsai) ise orijinali oluyor... yunanca tabii... müz kelimesinin kökeni de "men" miş... bana pek bi alakasız geldi ama öyleymiş sonuçta... men kelimesi ise çok fazla ciddi anlamlar taşıyor: akıl, düşünce ve yaratıcılık!... umarım ingilizce insanoğlu denen "men" buradan gelmiyordur ama sanki öyle... bu kadarla da kalmıyor, bu 3 ana kavramın altını dolduran konular çok önemli; bilim, edebiyat ve sanat... konu ağır anlayacağınız... men kelimesinden köken aldığı söylenen müzler ise sanat, bilim ve edebiyat alanında eserler veren insanlara ilham getirmekle görevli periler.

concertgebouworkest'te üç bilkentli

meriç nisan soytutan (viyola), arcan isenkul (viyola), kerem erşahin (fagot) bilkent üniversitesi müzik hazırlık lisesi 11. sınıfta öğrenimlerine devam eden meriç nisan soytutan (viyola), arcan isenkul (viyola) ve kerem erşahin (fagot); c oncertgebouworkest young orkestrası tarafından davet edildiler... daha doğrusu; farklı ülkelerden toplam 73 seçilmiş öğrenci arasına girmeyi başardılar... 4-21 ağustos 2022 tarihleri arasında hollanda'da hem eğitim alacaklar hem de önemli solistlerle konser verecekler... concertgebouworkest ; 130 yılı aşkın bir süredir ara vermeden sesini duyuran, dünyanın en iyi orkestralarından biri olarak kabul ediliyor... concertgebouworkest young ise; adı üstünde, bu orkestranın uluslararası gençlik orkestrası oluyor... üç başarılı genç sanatçımız, bu orkestranın etkinliğine katılacaklar... concertgebouworkest young, avrupa ülkelerinde öğrenim gören 14-17 yaş grubundaki genç sanatçılara önemli bir tecrübe kazandırmayı ve eşitlik ilkesi içinde fırsat yar