Ana içeriğe atla

ağustos böceği

cicadella viridis yani cırnavuk yada cırlavuk... Gövdesinin arka kısmında hava kesecikleri üzerine yerleşmiş sağlı sollu iki plaka varmış... taş kadar sert bu plakalar bağlı oldukları kaslar tarafından çekilip bırakılınca, boş bir teneke kutunun çıkardığı sese benzer bir ses oluşuyormuş... yani bu tatlı böcek herhangi bir partiye üye olup rahatlıkla politikaya atılabilir...

böceğin yaptığı bu çekme-bırakma işlemi saniyede 500 kez tekrarlanıyormuş!... tembel diyenler utansınlar, siz çalışkansınız da ne yapıyorsunuz? en hızlı yaptığınız şey sarı ışık yanar yanmaz kornaya basmak...

göğüs kalkanının karın tarafında bulunan uzantının açılıp kapanmasıyla ses yükselir veya alçalırmış... bunu da çoğu insan yapamaz, gecenin bilmem kaçında dinlediği müziğin yada kendi sesinin kısılabileceğini bilmez çoğu kişi...

İnsan kulağı, saniyenin onda birinden daha kısa süreli açılıp kapanmaları, yani ses kesiklerini fark edemediği için ağustos böceğinin cızırtısı bize sürekli devam ediyormuş gibi gelir... bazı insanlar konuşurken "nefes almıyor mu bu hiç!" diye düşünür ve "aman ölmesin konuşurken" diye kaygılanırız ya!... onun gibi bir şey olmalı bu... ayrıca; insanımızın kulağı hiç bir şeyi ayırt edemiyor ki bunu etsin!...

sokrates ağustos böceklerinin bir vakitler insan olduklarını söyler... yahu bunu masalcı teyze söylese anlayacağım da; sokrates! söylüyor... internette yazan her şeye inanmamak lazım... benim blog hariç tabii...

9 ilham perisinin annesi olan mnemosyne "şarkı"yı ilk defa dünyaya getirdiğinde, güzelliğinden bazı insanlar yemeyi ve içmeyi ölünceye kadar unutmuşlar... mnemosyne bu talihsiz ruhları "ağustos böceklerine" dönüştürmüştür ki ömürleri boyunca şarkı söyleyebilsinler...

ağustos böceğinden çıkan ses tam 158 desibeldir... yani bir el bombası ile eşdeğer... demek hafife almamak gerekiyor!... heavy metalcidirler anlayacağınız...

esnek kanatları sayesinde çok yönlü uçuş yapabilmektedir ağustos böceği... burnunun dikine gitmez yani... nereye gideceğini bilir... nereden geldiğini de...

apollon güzeller güzeli bir kahin olan sibylle'e aşık olur...

sibylle (sibel) ise sonsuza kadar bakire kalmaya yeminlidir... ne yaptıysa da razı edememiştir apollon.... kurnazlıkta bulur çareyi ve dileyeceği ilk ve tek dileği koşulsuz kabul edeceğini söyler sibylle'ye... sibylle de hiç düşünmeden sonsuz yaşam ister tıpkı tanrıçalar gibi... apollon sibylle'nin dileğini gerçekleştirip zamanın geçmesini bekler... günler, aylar, mevsimler, yıllar geçer ve sibylle yaptığı korkunç hatanın farkına ancak yaşlanmaya başladığını görünce varır... ölümsüzdür artık ama sonsuz gençliği de istemeyi akıl edememiştir... kurnaz apollon sibylleye çok cazip yeni bir teklifle gelir... kendisiyle birlikte olmayı kabul ederse sibylleye gençliğini ve güzelliğini geri vereceğini söyler... [yuh yani... biz buna kurnazlık değil, başka bir şey deriz ama yazmayayım artık buraya] fakat namuslu ve şerefli sibylle bekaret yeminini bozmaz... sibylle'nin hayatı cehenneme dönmüştür artık... günden güne solmaktadır... yaptığı hata yüzünden kurur... kurur... kurur... küçülür ve kararır... sonunda da bir ağustos böceğine dönüşür...

onu bu halde gören çocuklar bir kafese kapatıp dalga geçerler ve "söyle bakalım ne istersin sibylle?" derler durmadan... sibylle de her defasında ölmek istiyorum! diye cevaplar çocukları... [bu çocuklar, düşene bir tekme de sen at olayını bildiklerine göre, yakın civardan olmalılar...]

aylak bir müzisyendir belki de... yada yarının olmayacağını bildiğindendir aylaklığı kim bilir!... yada belki de görüyordur aylak olmayanların itişip, kakışmalarını, keyfine bakıyordur... "itişip kakışanlar sanki satürne mekik mi gönderiyorlar çok çalışarak!" filan diyordur... ne bileyim ben ne diyor...

tez canlıdır karınca... yarının olmayacağını bildiği halde... karınca için yarın da yoktur bugün de... ama ağustos böceğinin hiç olmazsa uzun bir geçmişi ve bugünü vardır... yarın ise çatlama günüdür... aslında karıncasız yapamaz... anlaşamazlar sanılsa da çok iyi anlaşırlar insana inat...

karınca yiyeceğini esirgese de, müziğini esirgemez ağustos böceği... çalarken göremeseniz de o sizin için durmadan çalmaya devam eder... edecektir... yaz gecelerini kendinden mahrum yaşatmaz kimseye...


şafak tanrıçası eos (aurora) bir sürü evlilik yapıp en sonunda ölümlü tithonusda karar kılar...

tithonosu deliler gibi seven eosun tek bir derdi vardır: eşinin ölümlü olması!... yalvarmış zeusa kocasını ölümsüz yapması için... kabul etmiş zeus... eos kocasının ölümsüz olmasını dilemiş ama gençliğinin de devam etmesini istememiş!... zamanla tithonos yaşlanıp eli kolu tutmaz bir ihtiyara dönüşmüş... deliler gibi sevdiği kocasının dırdırcı bir ihtiyara dönüşmesine dayanamayan eos sarayın bir odasına kapatmış tithonosu... yaşlı tithonos tek başına kaldığı odada kendi kendine konuşmaya başlamış hiç susmadan... bıkmadan usanmadan... ama tithonos'un önünde sonsuz bir ömür durmaktaymış... zavallı adam yalvarmış tanrılara ölebilmek için... sonunda tanrılar dayanamamışlar ve onu ağustos böceği 'ne dönüştürmüşler...

var mı karıncanın bu kadar hikayesi? peki sizin?...

şarkı söyleyen yalnızca erkek ağustos böceğiymiş... çünkü dişi, en güzel şarkıyı söyleyeni kendine eş seçecek ve çiftleşecekmiş... bu sebeple erkekler yarışır dururlarmış birbirleriyle... daha fazla ses çıkaran daha fazla ve kolay etkilermiş dişiyi!!!... ses çıkarmanın ve işitmenin çiftleşmede ve kur yapmada çok önemli rolü varmış!... dişiler erkeğin sesine yönelirlermiş ve dişisi yanına gelen erkeğin sesi kesilirmiş!!!... ağustos böceğinin dişisi insanın dişisine, erkeği de insanın erkeğine benziyor... sonra kesilecek avaz avaz bağırmalara kanan insan dişisi az değil...

bazen de çileden çıkarırlar adamı! hiç susmayacak sanırsınız... hep çalacak sanırsınız... ama susar bir gün...

şimdi çok bilmişlere tokat gibi bir yanıt geliyor: bir ağustos böceği doğmadan önce toprağın altında 17 yıl beklermiş... evet, tam 17 yıl... 17 yıllık süreç sonunda dünyaya gelen bu garibin ömrü adından da belli: ağustos...

kışı görmesi mümkün olmayan bu zavallı böceğin karıncadan yardım dilenmesini mantıklı bulup, tembellere ağustos böceği yakıştırmasını yapan kişilerin acaba ne kadarlık bir alt yapıları vardır merak ediyorum!... ağustos böceğinin alt yapısı belli: ömrünün 204 katı!...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

gelem gelem (djelem djelem)...

çingene bayrağı "öldüğüm zaman beni ayakta gömün çünkü bütün ömrüm dizlerimin üstünde geçti" "gyelem, gyelem", "jelem, jelem", "dzelem, dzelem", "dželem, dželem", "delem, delem", "djelem, djelem", "celem, celem"... ve daha bir çok benzeri türevi var bu "gelem, gelem" in... farklı çingene (roman) diyalektlerinde birbirine benzeyen ama farklı yazılan bir çok örneğine rastladım... aşağıdaki fotoğrafta bile, bir yanda dzelem yazarken, hemen yanında verilen sözlerde djelem yazılmış... en yaygın olarak kullanılan ise "gelem" olduğu için, ben de o şekilde yazıyorum... çingeneler, çingene kültürü, müziği ve çingene katliamı hakkındaki aşağıdaki yazıları da okuyabilirsiniz   çingeneler   çingene müziği   tüm dünyadaki çingene halklarının ortak marşı oluyor gelem, gelem... insanın içini titreten çok önemli bir çingene şarkısı... zarko jovanovic e ait... çingeneler arasında çok sevildiği içi

çocuğa gitar nasıl alınır?

başlığı atmam çok uzun sürdü!... "çocuğa gitar nasıl alınır" tuhaf geldi... "gitar çocuğa nasıl alınır" daha tuhaf... "nasıl çocuğa gitar alınır" ilginç oldu... "çocuğa nasıl gitar alınır" daha değişik oldu... her neyse işte, yazının bütün bu değişik sorulara yanıt vermesine çalışayım da olsun bitsin... aslında çok zor bir konu hakkında yazacağım çünkü bu sayfaya "çocuğuna gitar almayı düşünen ama bunu nasıl yapması gerektiğini bilmeyen, işin içinden çıkamayan kişiler" arama motorları tarafından zorla getiriliyorlar ama bu sayfada öyle bir konu yoktu... artık olmak üzere... gelen kardeşlerimiz elleri boş dönmesinler diye düşündüm ve bildiğim kadarıyla yazayım dedim... "çocuğa gitar nasıl alınır" ve "gitar çocuğa nasıl alınır" sorularının yanıtı basit ve hemen geçeceğim; cebe bir miktar para konulur ve müzik aletleri satan yerlerden birine gidilip, satın alınır... bunu geçiyorum... "nasıl çocuğa gitar a

mohsen namjoo

az önce tanıştım mohsen namjoo ile ve yine ilk dinlediğim parçasında, hatta daha parça başlar başlamaz "budur" dediklerimden oldu... şu anda henüz 2. parçadayım ve dinlediğim ilk parça ile ikinci parça arasında zerre kadar alaka yok! sevdim bu adamı:)... zannedersem zaman zaman olduğu gibi "çok engin bir derya" ile karşılaştık yine ve zaten ben de bu bloğu boşuna yazmıyorum, öğreneceğiz bakalım ne kadar enginmiş mohsen namjoo ... karşılaştığım ilk bilgiyi -saçma da olsa- hemen vereyim; ülkemizde muhsin namcu diyenler de var!... hatta uzun uzun tartışmalar bile yapılmış bu konuda!... biri diyor sen hatalısın, öbürü diyor; hayır sen yanlışsın... her konuda olduğu gibi, bu konuda bile ciddi bir ayrışma söz konusu... klasik ülkemiz insanı durumu... tamam, gerçek adı doğal olarak farsça ve yazılışı farklı çünkü mohsen namjoo iranlı bir sanatçı... bu konuda bile tartışmaya ne gerek var anlamış değilim... çok mu zor? bakarsın adamın sayfasına, o neyi kabul etmişse, s

gnossienne

source: martha graham center of contemporary dance www.marthagraham.org Photograph by Soichi Sunami gnossienne denince akla önce yaratıcısı erik satie geliyor doğal olarak ama onun dışında akla hayale gelebilecek her şey de geliyor ruh durumuna göre... özellikle o büyük üne sahip olan gnossienne no 1 dinlerken ben parçayı her seferinde başka başka hissediyorum... bu eserin aslında hiç bir şekilde eğlenceli, neşeli vb filan olması mümkün değil gibi çünkü doğaya aykırı ama bana komik ve neşeli geldiği bile oldu!... yorumu dinleyenin ruh durumuna  bırakabilen bir eser... önce şu yukarıdaki fotodan bahsedeyim, koreografisi amerikalı efsane kadın dansçı martha graham a ait 1926 nisanında prömiyeri yapılan dans gösterisinden... fotoğraf 1927 yılına ait ve gnossienne dans performansından bir enstantane... martha graham, 1991 yılında 97 yaşında öldü... amerikanın en eski dans kumpanyasının kurucusu ve ölene kadar da koreografilerini sürdürmüş... gnossienne ise martha grahamın ilk ba

çocuklar müziğe hangi enstrümanla başlamalı?

piyano neden bu paylaşımı yapıyorum? önce onu yazayım... neden olacak, çok soru geliyor... çocuk ve genç sanatçılarımızı paylaştığım için sık sık, doğal olarak bana soran aile çok oluyor bu konuyu ve bazı başka konuları... en çok sorulan sorulardan biri de şu: "bizim çocuk müziğe çok meraklı, hangi enstrümanla başlasın? hangi kursa gönderelim?" kabaca bu soru çok geliyor... tabii devamı da var... bir kaç soruyu da ayrı bir paylaşımla yazarım... daha önce çocuğa gitar nasıl alınır? gibi bir paylaşım yapmıştım, onu okuyan, bu piyano işini de soruyor haliyle... bir çok özel kurs var... enstrüman satan mağazalar var... müzik öğretmenleri vs var ama galiba anladığım kadarıyla aileler verilecek cevabın tarafsız olmasına özen gösteriyorlar... yani doğal olarak işin içinde ticari, parasal, ekonomik vs vs konular olunca, galiba tatmin edici olmuyor... mesela piyano kursu veren bir yere sorduklarında aldıkları cevabın "piyano" olması onları tatmin etmeyebiliyor... beni de e

can özhan ve öğrencileri

can özhan yazıya nasıl başlayacağımı bilemedim... kaç aydır duruyor bu paylaşım taslak olarak ama elbisesini giydirip, paylaşmam lazım... ben normal koşullarda can özhan gibi ünlü ustaları değil de, ünlü birer usta olacak genç sanatçılarımızı yazıyorum... can özhan da genç sanatçı ve 32 yaşında bu aralar ama bloğun konseptinin çok dışında bir sanatçı artık... çok başarılı ve benim hiperaktif sanatçı olarak tanımladığım sanatçılarımızdan can özhan da.. konserler, projeler, ustalık sınıfları, orkestra kurmalar vb bir çok farklı aktivite devam ederken, bir çok da genç kemancı yetiştirdi ve yetiştirmeye devam ediyor... hepsi de çok başarılılar ve aslında her biri ayrı ayrı paylaşımları fazlasıyla hak ediyorlar ama ben bu tip paylaşımlar yapmayı tercih ediyorum.. yani ortada bir proje, orkestra, destek programı vs gibi bir ortak çalışma içinde yer alan genç sanatçılarımızı paylaşma gibi... bu paylaşımın konusu ise; en az sanatçılığı kadar başarılı olduğu öğretmenliği can özhan'ın... v

gordion oda orkestrası

gordion oda orkestrası geçtiğimiz haziran ayında yeni bir orkestramız daha dünyaya geldi.. gordion oda orkestrası .. son yıllarda bu konuda çok güzel kıpırdanmalar var ve yeni orkestralar, korolar, projeler, etkinlikler dikkat çekmeye başladı.. bu yeni ve genç oluşumların bir kısmı maalesef çinliler yarasa çorbası içtikleri için çeşitli şansızlıklara denk geldiler ama ben kaldıkları yerden yollarına devam edeceklerinden eminim... orkestranın en önemli hedefi; genç sanatçılara mesleklerini icra edebilme şansı vermek... sadece orkestracılık anlamında değil, solistlik anlamında da kendilerini gösterebilme yolunu onlara açmak... tabii ki bunu yaparken benim gibileri de barok konserlerle buluşturacaklar... buluşacağız gordion oda orkestrasıyla ancak birlikteliğimizin devamı için sürdürülebilirliğin sağlanması da şart... oldukça fazla sayıda genç sanatçımız gordion bünyesinde bir araya geldiler ve büyük bir heyecanla çalışmalarını sürdürüyorlar.. günümüz şartlarında, mutlaka sponsorlarının o

org

benim hastalık boyutunda bir takıntım vardır bu org konusunda, bir kaç paylaşımımda bahsetmiştim daha önce... ülkemizde "org" olarak adlandırılan çok geniş bir müzik aleti grubu olması ve farklı adlandırılmalara gidilmeden, tamamına org adı verilmesidir bu takıntı... aslında bu takıntımda pek de haklı değilim, biliyorum ama üzerinde tuşları olan, birbiriyle alakasız her türlü cihaza tek bir isim verilip, org denmesini de hep yadırgamışımdır...  keyboardlar & piyanolar  başlıklı eski paylaşıma göz gezdirirseniz anlarsınız bu takıntımı... bu gereksiz takıntımda pek de haklı değilim dememin sebebi ise şu; aslında benim "org" denilip geçilmesini yadırgadığım cihazlar da "org" denen şeyin geliştirilmiş, elektronikleştirilmiş, dijitalleştirilmiş halleri... üstelik türkçe karşılıkları da yok ve tamamına org deyip geçmek de yanlış sayılmaz... benim takıntılı biçimde "gerçek org" dediğim ve hayranı olduğum şey aşağıdaki muhteşem varlık oluyor...

ilham perileri

ilham perileri (müzler) biraz sakat bir konuya dalasım geldi, bakalım işin içinden çıkabilecekmiyim... şu anda çok az bilgim var şu ünlü ilham perileri hakkında... şöyle bir olası kaynaklara da göz gezdireyim dedim, gözüm de korktu ama yıllardır hep ilgimi çeker bu ilham perileri... müzler de deniyor, musalar da... ingilizce muses... hemen her dilde yunanca orijinaline sadık kalınmış... Μοῦσαι (moũsai) ise orijinali oluyor... yunanca tabii... müz kelimesinin kökeni de "men" miş... bana pek bi alakasız geldi ama öyleymiş sonuçta... men kelimesi ise çok fazla ciddi anlamlar taşıyor: akıl, düşünce ve yaratıcılık!... umarım ingilizce insanoğlu denen "men" buradan gelmiyordur ama sanki öyle... bu kadarla da kalmıyor, bu 3 ana kavramın altını dolduran konular çok önemli; bilim, edebiyat ve sanat... konu ağır anlayacağınız... men kelimesinden köken aldığı söylenen müzler ise sanat, bilim ve edebiyat alanında eserler veren insanlara ilham getirmekle görevli periler.

concertgebouworkest'te üç bilkentli

meriç nisan soytutan (viyola), arcan isenkul (viyola), kerem erşahin (fagot) bilkent üniversitesi müzik hazırlık lisesi 11. sınıfta öğrenimlerine devam eden meriç nisan soytutan (viyola), arcan isenkul (viyola) ve kerem erşahin (fagot); c oncertgebouworkest young orkestrası tarafından davet edildiler... daha doğrusu; farklı ülkelerden toplam 73 seçilmiş öğrenci arasına girmeyi başardılar... 4-21 ağustos 2022 tarihleri arasında hollanda'da hem eğitim alacaklar hem de önemli solistlerle konser verecekler... concertgebouworkest ; 130 yılı aşkın bir süredir ara vermeden sesini duyuran, dünyanın en iyi orkestralarından biri olarak kabul ediliyor... concertgebouworkest young ise; adı üstünde, bu orkestranın uluslararası gençlik orkestrası oluyor... üç başarılı genç sanatçımız, bu orkestranın etkinliğine katılacaklar... concertgebouworkest young, avrupa ülkelerinde öğrenim gören 14-17 yaş grubundaki genç sanatçılara önemli bir tecrübe kazandırmayı ve eşitlik ilkesi içinde fırsat yar