barış ve müzik


bu yazıyı bu blog için yazmamıştım ve 2013 yılında başka bir yerde 3 ayrı yazı olarak yazmıştım... bu sebeple bazı ifadeler tuhaf gelebilir... şimdi bu bloğa ekledim ve bloğa uygun olacak şekilde değişikliklerle birlikte, adını barış ve müzik olarak değiştirdim... barış ve müzik çok fazla iç içe... daha doğrusu barış ve sanat... çünkü gerçek barış savaşçıları hep sanatçılar olmuş, özellikle müzisyenler... bu yazı yanında ek olarak müzik ve siyaset de okunursa sevinirim...

çok yaşa mutlak barış!...

barışmış şuymuş buymuş gibi şeylere zerre kadar inanmıyorum... olmayan bir şeye yada varsa bile hiç tanık olmadığım bir şeye nasıl inanayım ki!... inanmıyorum demem yanlış oldu aslında "inanıyorum" ama "görmedim, bilmiyorum, tanık olmadım"... sürekli barış barış barış diye söylenen bir şey var dillerden düşmeyen ama kimsenin de tanık olmadığı, nasıl bir şey olduğu hakkında kimsenin zerre kadar fikre bile sahip olmadığı bir şey barış...

ufo deniyor barış gibi şeylere!... varmış! ama göremedik bir türlü ve nedir? bilemiyoruz!...

tam bir ütopya... yada insani bir temenni... ama şöyle bir kafanızı kurcalayın bakalım, hiç tanık oldunuz mu barışa?... ben tanık oldum... komşumuzun oğlunun adı barış idi... kıbrıs barış harekatı yapılınca çoğu kişi oğluna barış adını koymuş o zamanlar... bir de barış ile ilgili bildiğim çok gereksiz bir şey var; "dünya barış günü"... her şeyin günü varken, barışın günü olmasa eksik kalırdı... kendi yok, günü var... o kadar çok gün var ki zaten, yıla sığmıyor... artık saatlik yapılacak bu gün işleri... tiyatrolar saati!... o saatte tiyatroların önüne çelenk konacak ve bir saat sonraki hemşireler saati için hastanelere koşulacak... öyle oldu artık...

ortalığın içine et, sonra da git barış diye kıçını yırt... zevzeklikten başka bir şey değil... günü olmasın, kıçıma mı sokacağım barış gününü!... kendisi olmadıktan sonra...

konu barış ve müzik ya! herşeyden önce şu barışa bir şans verelim... oldukça orijinal görüntülerle üstelik...

Give Peace A Chance (1969)



şimdi nereden çıktı durup dururken bu barış?... dün [not: bu yazı 2013 yılında yazılmıştı] kılıçdaroğlu bey 1 eylül dünya barış günü mesajı verdi... ben de şaşırdım duyunca çünkü benim bildiğim kadarıyla bu gereksiz gün 21 eylül idi... kılıçdaroğlu bey pot kırdı herhalde dedim ama hiç öyle bir pot kırsa ortalık bu kadar sakin olur muydu!... günlerce, aylarca dalga geçerdi karşı cenap... ama ben de eminim kendimden!... tabii böyle durumlarda hemen her şeyi bilen google a bakmak gerekir... vikipedi 21 eylül diyor! hadi ona inanmadım, wikipedia ya baktım, o da 21 eylül diyor!... ona da inanmadım, gittim paşa paşa ilk bakmam gereken yer olan birleşmiş milletler sayfasına, orada da 21 eylül yazıyor... dünya barış gününü icat edip, belirleyen de o birleşmiş milletler olduğuna göre, benim kafam iyice karıştı...

türkiyede cümle alem 1 eylülde çeşit çeşit gösterişli mesajlar veriyor! kimse gıkını çıkarmıyor! ama günün sorumlusu olan bm ye göre barış günü 21 eylül...

bm nin sayfasında yazdığına göre; 1981 yılında "genel kurulun açılış günü olan eylül ayının üçüncü salı günü" diye karar almış bu bm, sonra da 21 eylül diye değiştirmiş!... bu bm denen işe yaramaz şeyin neden işe yaramadığını şimdi anladım; her sene salı günü başlıyorlar çalışmaya!... salı günü işe mi başlanır... yada işler sallansın diye bilerek salı günü başlıyorlar her yıl çalışmaya... o daha bi mantıklı...

aslında hiç de üstünde durmamam gereken bir konu olmasına rağmen, tabii ben kafayı taktım bu duruma...


her sene 21 eylül günü bm de barış çanı çalınırmış... çan da yukarıda işte... çalıyor herif!... çanı japonya yaptırmış ve bu yazıda bahsedeceğim belki de tek güzel ve anlamlı şey şu olacak; bu çan, tüm kıtalardaki çocukların harçlıklarından bağışladıkları bozuk paralarla yaptırılmış...

çanın üzerinde de "çok yaşa mutlak barış" yazıyormuş...

yahu bir şeyin çok yaşaması için önce bi doğması gerekmiyor mu?... ben yanlış mı biliyorum... her yerde barış gülleri açmış, beyaz güvercinler ağızlarında zeytin dallarıyla dolaşıyor da ben mi manyağım...

japonya atom bombası yemiş bir ülke olduğu için hassas bu konuda çok... mutlak barış çok yaşayacakmış!... tamam japonlar atom bombalarıyla helak oldular ama barışçıl takılmanın ne anlamı var? japonlar savaşı sanata dönüştürmüş bir millet değil mi?... barışı düşünmek için ille de kafaya atom bombası yemek mi gerekiyor?...

5 kıtadan çocukların harçlıklarını toplayıp, çan yapıp, çalıyorsun ama 5 kıtada durmadan çocuklar değişik sebeplerle katlediliyorlar, istismar ediliyorlar gıkın çıkmıyor hiç bm ve japonya!...

işte barış budur!... çanın parasını topladığın çocuklar işçidir, fahişedir, dilenci, tinerci, hapçıdır... bombalarla katledilirler ama gıkın çıkmaz... gider bir de utanmadan mutlak barış için çan çalarsın...

zevzekler...

şu 1 eylül mü? 21 eylül mü? konusuna açıklık getireyim hemen; eski sscb ve varşova paktı ülkeleri, barışa vurgu yapmak için, 1939 yılının 1 eylül günü hitler faşizminin polonyayı işgal ederek 2. dünya savaşını başlatmış olması sebebiyle, 1 eylülü dünya barış günü olarak ilan etmişlerdi... varşova paktı dağıldıktan sonra, çoğu ülke bm ye uyarak, 21 eylülde kutluyor barışı ama türkiye gibi bazı ülkeler ise, 1 eylülde kutluyor... karışıklığın sebebi budur...

bu durumda; hem çok daha mantıklı bulduğum için, hem de bm nin sebepsiz, desteksiz, mesnetsiz belirlediği günü, yani 21 eylül ü saçma bulduğum için, ben de 1 eylül de kutluyorum... kutlu olsun herkese bu gereksiz zırva gün...



birleşmiş milletler denen kurum, güçlüler zayıfları kolayca ezebilsinler diye kurulmuş olan, güçlülerin zayıfları ezmelerine kulp takma ile görevli bir şey değil mi?... birleşmiş milletler güvenlik konseyi daimi üyeleri amerika, ingiltere, fransa, rusya ve çin değil mi?... en büyük silah tüccarları da bu ülkeler değil mi?... "sözde birleşmiş" milletler ve benzeri gibi kuruluşların amacı, küreselleşme adı altında uygulanan emperyalizmi meşrulaştırmak değil mi?... küreselleşme de emperyalizmin sevimlileştirilmiş hali değil mi?... ne alakası var bu bm nin barışla?...

neyse; yine de dünya ağzına kadar mutlak barışla dolsun diyelim de bizden günah gitsin...

askerlerin öldürdüğü köylü


benim en çok sevdiğim barış sembolü şu yandaki oldu... gerçekten uğraşmışlar, düşünmüşler ve çok da güzel yapmışlar... ve bu sembolde insan var! o önemli... zeytin dalı taşıyan güvercin sembolü bana pek barışla alakalı gelmiyor... ne alakası var nuh tufanının bitmesiyle barışın?...

bu çok ünlü barış sembolü, hipi sembolü olarak da bilinir, aslında "silahsızlanma sembolüdür"... yanılmıyorsam 1958 yılında ingilterede 500 kadar nükleer karşıtı aktivist, 50 millik bir protesto yürüyüşüne çıkacaklardı ve yürüyüş trafalgar meydanından başlayacaktı... amaçları ingilteredeki bir silah fabrikasını kapattırmaktı... sloganları belli idi, "ban the bomb" yani bombayı yasaklayın... ama bir de amblem gerekiyordu... gerald holtom adındaki bir grafiker aktivist geliştirdi bu sembolü...

1958 yılında ingilterede 500 kişinin nükleer silaha karşı yürüyüşünden 2 sene önce nazım hikmet japon balıkçısını çoktan yazıp geçmişti... ünol büyükgönenç yarumuyla tadından yenmez bu japon balıkçısı...



holtom bu sembolü tasarlarken, çaresizlik içinde ellerini yana açan bir adam çizmeye başlamış... bu adamın aklına gelmesinin sebebi ise, francisco goya nın "askerlerin öldürdüğü köylü" isimli tablosuymuş... elleri yana açık adam figürünü yaparken, aklına bayrak dilini kullanmak gelmiş... bayrak diline göre nükleer ve silahsızlanma kelimelerinin ilk harfleri olan n ve d nin karşılığı ise yandaki gibidir... daha sonra bu sembolü yeryüzünü simgeleyen bir daire içine almış, olmuş bitmiş... çok da güzel olmuş... nükleer silahsızlanma kampanyası da bu sembolü çok beğenmiş ve logosu yapmış...

askerlerin öldürdüğü köylü - francisco goya
bazı islamcılar ise bu logoya "isanın çarmıha gerilişine benzediği için" ciddi biçimde karşı çıkıyorlar... hemen belirteyim, haklılar çünkü holtom sembole başlarken isanın çarmıha gerilişinden yola çıktığını ama goyanın tablosundaki çaresiz köylü aklına gelince, sembolde değişiklik yaptığını da söylemiş...

francisco goya nın "askerlerin öldürdüğü köylü" isimli tablosu "savaşın korkunçluğunu" resmeden ilk önemli eser olarak kabul edilmektedir...

goyanın bu resmine kadar bu tip bir yaklaşım sergilenmemiş, savaşın korkunç ve çaresiz yanı hiç bu şekilde vurgulanmamıştı... bu sebeple, goyanın bu tablosu bir devrim olarak kabul edilmektedir... köylünün yana açık elleri ise kimine göre "çaresizlik" kimine göre "karşı duruş" tur...

şimdi, biz barıştan bahsedemiyoruz bile! bırakın dünyaya barışın filan gelmesini, sembolünde bile başlıyoruz birbirimizi yemeye!... ne barışı yahu?!...

bir ütopya: barış...


yukarıdaki fotoğrafı san diego dan bir grup çocuk, kenyalı çocuklara destek olmak için çekmişler... düşünmüşler, taşınmışlar ve bunu yapabilmişler... çok da güzel olmuş...

benim çok hoşuma gitti... hangi ayakkabı zenci çocuğa ait ki!... hangisi beyaza, çinliye, yahudiye yada ermeniye?...

1 eylül sözde dünya barış günü için bu kadar güzellik yeter...

dünyada 1 avuç yaratık haricinde savaş isteyen yok... ama dünya tarihinde savaşsız geçen "1 adet" gün bulamazsınız... istiyorsanız araştırın, inceleyin...

hayatın temeli savaş!... binlerce yıldır 1 gün bile durmayan savaş, hayatın temelidir...

antropolojik bulgular yeterli değil bu konuda pek ama homeros, odeysseus da savaşı "insana özgü bir iş" olarak tanımlıyor!... insanlık tarihi kadar eski büyük ihtimalle savaşın tarihi... böyle olması çok da normal çünkü insan demek savaş demektir... mutlak barış ise büyük ihtimalle hiç olmamıştır...

savaş denen şeyin temelleri, ilk farklılaşmadan itibaren atılmıştır... nedir bu farklılaşma?... farklı insan gruplarının ortaya ilk çıkışı büyük ihtimalle... insan denen yaratık; herkes kendisi gibi olsun, kendisi gibi davransın ister... "öteki" ni yok etmektir savaş sonuçta...

bir diğer temel sebep ise; şu bildiğimiz "rekabettir"... pastadan en büyük dilimi alıp yemek...

bugünkü düşük insan bilinci, savaşı hayatın kendisi yapmaktadır... eğer ileride gerçek bir aydınlanma gerçekleşir de (neyse o), insan denen yaratık çok farklı bir bilince ulaşırsa belki mutlak kalıcı barışa tanık olunabilir... insan denen canlı tek başına sorunsuz ve barışçıldır ama insanın topluluk ve toplum olmuş hali savaşçıldır... toplum dinamikleri savaş denen şeyi yaratmaktadır...

ötekine demokrasi filan götürmek bile savaş sebebi olduktan sonra!... 1 tane diktatörü yok etmek için milyonlarca insan öldürmek!... siz eşini döven herife dersini vermek için gidip evini mi yakıyorsunuz?...

itişip kakışarak otobüse binmeyle başlar, en rahat koltuğu kapma yarışı ile devam eder gelişmemiş insan beyninde savaş... insan denen şey toplum olunca bencilleşir... otobüse önce binmeye çalışmakla, dünya enerji kaynaklarına sahip olmak arasında hiç bir fark yoktur...

ben burada bilimsel makaleler yazmıyorum, üstelik tarih, antropoloji ve arkeoloji gibi konularda detaylı bilgi verebilecek yetkinlikte değilim... ama okuduğum kadarıyla en fazla şu kadarını yazabilirim; insanlık çok eski dönemlerde çevresine yada belli bir bölgeye hakim olma zorunluluğu hissetmiyordu... bu sebeple büyük savaşlar yapma durumu pek yoktu... sadece kutsal bazı bölgeleri korumak ve sahip olmak adına yapılan bazı küçük savaşlar biliniyor... ancak nüfus arttıkça ve örgütlü yaşama geçildikçe, belli alanlara ve kaynaklara sahip olma isteği doğal olarak arttı ve özellikle örgütlü toplumlarda ortaya çıkan yönetici ve halk kavramları sebebiyle savaşlarda artış görüldü... bu bahsettiğim çok eski savaşsız dönemlerin paleolitik çağa denk geldiği söyleniyor... yani göreceli olarak savaşsız geçen o dönemlerde zaten dünyada paylaşılamayan bir şey yoktu ve insanları örgütleyen yoktu...

yandaki günümüze ait fotoğrafta görülen insanlar 20000 senedir kalahari çölünde yaşayan kung bushmen ler oluyor... yapılan çalışmalarda gösterilen çok çok nadir savaşmayan toplum örneklerinden biridir bu kung bushmen lar!... bakmayın ellerindeki oklara filan, "dövüş çok tehlikeli bir şey, biz asla dövüşmeyiz çünkü biri zarar görebilir" diyen insanlar bunlar hala daha ama ne yazık ki, eskiden çok kalabalık olmalarına rağmen, beyaz adam tarafından savaşlarda öldürülmüşler...

tanrılar çıldırmış olmalı adlı filmdeki kabile oluyor bu kung bushmen lar...

bir çok kızılderili kabilesinin de asla savaşmadığı belirlenmiş... kızılderililere savaşı tanıtan da uygar beyaz adam olmuş!...

eski kızılderili ritüellerinde, sadece dans ederken ellerindeki sopalarla resmen okşar gibi birbirlerine vurmaktan öteye gitmeyen kızılderililerin o dansları, beyaz adam tarafından "birbirlerini sopalarla döven, insan derisi yüzen vahşiler" olarak lanse edilmiştir...

demek ki neymiş? sunulan her şeye inanmayacaksınız!... ben hiç bir şeye inanmamakla çok şey kazandım... hatta sunulan ne ise onu mutlak yanlış olarak kabul etmek lazım artık günümüzde... şu ünlü kovboy filmlerini düşünün!... vahşi kızılderililer!... yok ki öyle bir şey o bilgelik açısından, insanlık açısından üst seviyelerde olan toplumlarda...

bilim insanları "savaşmayan toplum" aramaktan helak olmuşlar ve bulabildikleri sadece bu insanlar!... çünkü kung bushmenler olsun, kızılderililer olsun yada aborjinler filan olsun; paylaşamadıkları bir şey olmayan sakin barışçıl gerçek insanlar... savaşlar;  örgütlenme, dinlerin ortaya çıkışı ve medenileşmeyle hızlanmıştır ve sanayileşme ile de kesintisiz devam eder olmuştur... sanayileşme sonrasında savaşsız geçen tek bir gün bile gösteremezsiniz...

Bushmen song Namibia



aslında bunları yazmaya bile gerek yok, herkes biliyor ama nedense barışı dilimizden düşürmüyoruz çünkü çok büyük bir arzu bu barış denen şey...

yukarıda çok basit bir örnek olarak yazmıştım, otobüse binerken savaşan insanlar nasıl barışa sahip olabilirler ki?... yada en küçük bir rozetten, giyimden, kuşamdan, sakal ve bıyığın şeklinden bile rahatsız olan insanlar? haçtan rahatsız olanlar ve haçlı ordusunu kuranlar? insan derisinin renginin farklılığına bile katlanamayanlar? şalvarlı, yemenili, poturlu insanlardan rahatsız olanlar? şive ve dil farklılığını hazmedemeyenler? inanca ve inançsızlığa saygı duyamayanlar? kapışan futbol ve siyasi parti fanatikleri?...

kim barış istiyor hakikaten?... yukarıda saydıklarım mı!...

daha sayayım mı?... gördüğünüz gibi büyük savaş sebeplerini yazmaya hiç gerek yok... suymuş, enerjiymiş, petrolmüş, stratejik önemmiş, dinmiş, ırkmış, paraymış gibi şeylerden bahsetmiyorum...

barış isteyen insan arıyorum sadece...

afrikada milyonlarca çocuk açlıktan ölürken durmadan tıkınan insanlar barış istiyorlar!... her türlü gereksiz lükse binlerce lira saydığı halde, yardım kuruluşlarına 5 tl yi çok görenler!... emperyalizm ezip geçerken sessiz kalan dünya halkı barış istiyor!... kısa bir süre öncesine kadar zencilerle aynı musluktan su içmeyen beyazlar barış istiyorlar!... müslümanlar katledilince gıkı çıkmayan batılılar; ikiz kulelere saldırı olunca sakaklarda göbek atan orta doğulular!... diğer mezhepten çocuklar katledilince umursamayan insanlar!... savaştan zar zor canını kurtarıp, gelen sığınmacıları istemeyenler!... katledilen gençlere zerre kadar acımayanlar!... elinde sopa ve palalarla üniversite öğrencisi avlayanlar ve onları hoşgörenler!... sahilde deprem olunca "zaten kudurmuşlardı, çarpıldılar" diyenler!... doğuda deprem olunca "oh çok iyi oldu, hakkettiler" diyenler!

bu sayılanlar uzar gider... asla bitmez... iki insanı bir araya getirin, savaş çıkar... medenileştikçe kudurdu insanlık... birinin kaşının biraz kalın olması bile savaş sebebi artık...

gerçek savaş insanların içinde aslında... kendisiyle bile barışık olamayan insanlar asla savaşmadan duramazlar...

barışı elde etmek için, önce hak etmek gerekir... bu sebeple ben barış filan istemiyorum...

barış bir ütopya... bir temenni... olması gereken... ve en önemlisi; dünyadaki insanların da neredeyse tamamı gerçekten mutlak ve kalıcı barış istiyorlar... hepimiz istiyoruz ama hem barışı hak etmiyoruz çünkü kendimizle bile barışık olamayacak kadar savaşçı ve yok edici bir yapıya sahibiz, hem de savaşla beslenen çok çok küçük bir insan grubuna bile karşı duruş sergileyemiyoruz... hangi topluma ait olduğumuz yada hangi inanca ve dine sahip olduğumuz önemli değil; bizleri savaştırmak isteyenlerin fanatiği ve takipçisi değil miyiz?... bu sebeple barış bir hayaldir sadece...

karşıt görüş: barış ütopik değildir...


vicdani retçi halil savda, 1 Eylül 2012 de uludereden Ankaraya yürümeye başladı... savda torosları tırmanırken, öncesinde iki kısa filmi olan genç yönetmen deniz şengenç de katıldı ve 50 gün birlikte yürüdüler... şengenç 70 saatlik görüntü ile ulaştı ankaraya... o görüntülerden "yürümek" belgeseli hazırlandı...

"savaşta hepimizin ekmeği azalıyor... daha çok ekmek için, daha çok özgürlük için barışmak zorundayız" demiş halil savda... şengenç ise;"insanların barışa değil, savaşa ikna edilmeye çalışıldığını ve insanların artık oturup; barışın ütopik ve romantik bir şey olmadığını konuşması ve çözüm yaratması gerekiyor" demiş...

aslında hepimiz aynı şeyi istiyoruz... sadece onlara göre ben romantiğim, bana göre ise onlar:)...

film çok güzel ve çok da iyi düşünülmüş... hem eylem olarak, hem de eser olarak... kutluyorum kendilerini ve yeni çalışmalarını bekliyorum...

bir şeyleri fikir olarak söylemek ve savunmak tabii çok güzel... savda ve şengenç e katılmamak için barbar olmak lazım... türkiyede 70 milyon kişi inanın aynı şeyler söyler dilleri döndüğünce... zaten bütün yürüyüş boyunca karşılaştıkları herkes, her aile aynı söylemde bulunmuş... işte önemli olan da tam olarak bu ya!...

o insanların artık oturup; barışın ütopik bir şey olmadığını konuşmaları gerekmiyor... artık gereken, barış için savaşmak!...

aydın kişiler durmadan çok güzel sözler söylüyorlar, yürümek gibi çok güzel eylemler yapıyorlar, barış için el ele zincir oluşturuyorlar ama o zincir oluşturulurken bile dünyada dakikada 8 çocuk normal olmayan sebeplerle ölüyor... karşılığında 250 bebek dünyaya geliyor, dünyaya gelen 250 bebekten 30 civarı açlığa doğarken; yine 30 civarında bebek savaşın göbeğinde doğuyor!... zaten o eylemler esnasında karşılaştıkları istisnasız herkes onların söylediklerini söylüyor!... artık gereken söylemek değil; savaşmak...

ne ilginçtir ki; dünyada barış adına savaş verenlerin en etkilileri de hep amerikadan çıkıyor!... 50 yıl önce de, şimdi de!... beğensek de beğenmesek de en etkin karşı duruş sergileyenler de hep amerikadan... çünkü dünyada ne varsa, çok daha fazlası amerikada var, sebep o...

özet: savaş barış için olmalıdır...



jimi hendrix in dediği gibi; aşkın gücü, güç aşkını yendiğinde dünya mutlak barışı tanıyacak... görüldüğü gibi, barış için de bir şeyin bir şeye galip gelmesi gerekiyor...

bernard shaw ise; resmen öldürün diyor... dünyada barışı sağlamak isterseniz, politikacıları öldürün yeter... halklar birbirleriyle anlaşır...

en güzelini de albert einstein söylemiş; ben yalnız barışsever değil, bir barış savaşçısıyım... insanlar savaşa savaş açmadıkları sürece, hiçbir şey savaşları ortadan kaldırmayacaktır...

When the Power Of Love is greater than the love of power, the world will know peace



barış için müzik...


barış yok... insanlığın insanlıktan çıktığı günden beri yok... ama herkesin dilinden de barış safsatası hiç düşmüyor... savaşırken barıştan mı bahsedilir!... bir yandan savaşıyorsun, dünyanın altını üstüne getiriyorsun, diğer yandan ağzından çıkan her kelimenin 10 da 9 u barış!... de get! :)

barış ne zaman olabilir?... hiç bir fikrim yok ama insan denen zerzevat çok büyük bir dönüşüm geçirirse, o zaman olabilir belki... belki kısa süre sonra olur! belki de yüzlerce binlerce yıl sonra... bilmiyorum...

barış istemeyecek miyiz peki?... tabii ki isteyeceğiz... her zaman isteyeceğiz... belki gelir:)... o ayrı tabii ama barış isteyeceğiz sonuna kadar... ölmek var dönmek yok...

ütopik de olsa, barış için savaşanlar da var bu dünyada... barış adına verilen savaş ağırlıklı olarak sanat ve daha da ağırlıklı olarak müzik üzerinden verilmektedir... bombalarla savaşanlara karşı şarkı söylenir... dans edilir...

müzik yolu ile savaşa karşı barış adına savaşamazsınız!... ama savaşa karşı müziğe sığınabilirsiniz... tıpkı vietnam savaşına karşı gerçekleştirilen protestolar, savaşsız nefes alamayanlar tarafından şiddetle bastırıldığında olduğu gibi... 1969 yazında new york bethelde düzenlenen üç gün boyunca barış ve müzik sloganıyla gerçekleştirilen woodstock gibi...

"son yıllarda üniversite kampüslerinde, yoksul mahallelerde ve ülkenin her köşesinde protestolar vardı, woodstock'ta politik kaygılarımızı bir kenara bırakıp, bütün enerjimizi barışa odakladık, barış ve anlayış mümkündü" demiş festivalin organizatörü...

jimi hendrix, the who, janis joplin, crosby stills nash & young, jefferson airplane, joan baez, bob dylon, carlos santana ve daha bir çok müzisyen ve grubun katıldığı bu festival yanlış hatırlamıyorsam 1990 yılında 4 dvd lik bir set olarak basılıp yayınlanmıştı...

savaş karşıtı gençliğin hareketlenmesinin sembolü olan bu festival 1970 yılında michael wadleigh yönetmenliğinde belgesel tadında bir film olarak da çekilmiştir... woodstock 1970 filmi, gerçek görüntüler içermesi sebebiyle oldukça önemlidir ve hippilerin yaşam tarz ve felsefesinin anlaşılması açısından da oldukça önemlidir...

bluepoint.gen.tr/woodstock

Jefferson Airplane - White Rabbit (Grace Slick, Woodstock, aug 17 1969)



barış için müzik yada müziğe sığınmak denince akla ilk gelen örnekler woodstock gibi 1960 ları işaret ediyor ama aslında çok eski örnekler de var... günümüzde ise sanatın ve müziğin barış adına kullanıldığı örnekler oldukça fazla ve günden güne artıyor bu örnekler...

savaşı anlatan bir klasik

1st Movement of Elgar's Cello Concerto - Çello: Jacqueline Du Pre



yukarıdaki örnek 1. dünya savaşından... besteci edward elgar, 1 milyon ingiliz askerinin öldürüldüğü dönemde o depresif ruh hali ile bestelemiş elgarın çello konçertosunu...

barış için müzik konusu o kadar geniş bir konu ki... belki başka paylaşımlarla büyütürüm bu işi... şimdilik sadece aklıma gelen farklı bir kaç örnek verip bırakacağım... mesela "bir fırsatı çıksa da paylaşsam" diye beklediğim libertango...

pozitif kurucusu mehmet uluğ adına kurulan mume, barış için müzik katılımı ile düşler akademisi kaş bünyesinde açıldı... kampın içinde yer alan mumede libertango kaydedildi... aşağıda...

Barış İçin Müzik - Libertango I MUME - Mehmet Uluğ Müzik Evi I Babylon Session



barış; hemen, şiddetle gerekli olan ve arzu edilen!
ama savaş gerçekten çok güçlü!
savaşa karşı ciddi anlamda savaş vermeden, barışa ulaşmak da mümkün değil...
savaşın silahları malum!
barışın silahı ise yok!
sığınağı var, o da müzik...

sanat, edebiyat ve spor ile canlandırılamayan genç beyinler, ister istemez savaşın kucağına otururlar...
bu sebeple barış adına kullanılan en büyük silahlar hep müzik ve dans olmuştur... hedef ise geleceğin yetişkinleri yani çocuklardır...

bu bile ironik! barış ama gelecekte:)... savaşın hedefi de aslında çocuklar değil mi?... şunu bilir, şunu söylerim, barış adına başka da bildiğim hiç bir şey yok... bilmeliyiz ki: müzik yapan insan asla savaştan medet ummaz...

o kadar çok müzisyen ve müzik grubu savaş, emperyalizm, silahkanma, nükleer silah, faşizm ve özgürlük üzerine müzik yapmış ki tarihte!... uzun uzun listeler şeklinde vermek dışında herhangi bir şekilde bu parçaları sistematik bir şekilde paylaşmak oldukça güç... internetten bulmak zor da değil, size bırakıyorum artı işin o kısmını... bereket protest müzik tarihi, insanlık tarihi ile kıyaslanınca, çok ama çok kısa!...

ben kafama ve keyfime göre bir kaç değişik paylaşım yapıp, bırakayım artık...

yukarıda müzik yapan insan duyarlıdır dedik!

sadece tek bir örnek vereyim... mesela jim page!...


rachel corrie 10 Nisan 1979 - 16 Mart 2003
16 mart 2003 tarihinde filistinlilerin evlerini yıkan buldozerin önünde durdu ve buldozeri kullanan israil askerince üzerinden 2 kere geçilerek katledildi rachel corrie...

I'd Rather Be Dancing (Rachel Corrie's Song). By Jim Page



filistine özgürlük!

Freedom for Palestine - OneWorld
Rogers Waters, Massive Attack, Lowkey, Mark Thomas, Julie Christie, Sami Yusuf, Ken Loach, and Billy Bragg



sadece filistinde mi var savaş?
yahudiler de katledildi zamanında!
efsane şarkıcı edith piaf, fransanın nazi almanyası tarafından işgali esnasında bir çok yahudiyi korudu ve kurtardı...
edith piaf için yapılmış belgesel niteliğinde bir video...

sözler: heathcote williams müzik: martin wilkinson video: claire palmer...



insanların kaçı savaş istiyor olabilir ki?

7.3 milyar insanız şu anda yaşayan...
kaç kişi savaş istiyor olabilir?
kaçımız savaşa hayranızdır?
peki kimlerdir bu savaşsız yaşayamayanlar?
onları yenmek bu kadar mı zor?
zor tabii tüfekli adamı çiçekle ve müzikle durdurmak...

Black Sabbath: War Pigs
Hazırlıyorlar savaşı sadece eğlence için
İnsanlara satrançtaki piyonlar gibi davranıyorlar...


Generaller toplandı kendi yığınlarında
Cadıların toplandığı gibi kara yığınlarda
Kötü zihinler yıkım planları kuran
Ölüm inşa eden büyücüler
Savaş alanında yanan bedenler
Savaş makineleri dönerken
İnsanlığa ölüm ve nefret
Zehirliyorlar yıkanmış beyinleri, oh evet tanrım!
Politikacılar saklarlar kendilerini
Onlar sadece savaşı başlattılar
Neden gidip savaşmak zorundalar?
Bu rolü fakirlere bıraktılar
Zaman söyleyecek güçlü zihinlerinde
Hazırlıyorlar savaşı sadece eğlence için
İnsanlara satrançtaki piyonlar gibi davranıyorlar
Bekleyin kıyamet günü gelene kadar...
savaş karşıtı müzikler...

yukarıda da bahsetmiş olduğum gibi, çok fazla savaş karşıtı müzisyen var... hatırladıkça ve keşfettikçe aşağıdaki playliste eklemek üzere, bazı savaş karşıtı parçaları toplamaya çalışıyorum... keyifli dinlemeler...



savaşı anlatan binlerce müzik var görüldüğü gibi...

en güzeli de yine nazım hikmetten bence...
daha nasıl anlatılabilir ki savaş zaten...
1:47 de fazlasıyla anlatmış genco erkal...



saçlarım tutuştu önce, gözlerim yandı kavruldu
bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu
çalıyorum kapınızı, teyze amca bir imza ver
çocuklar öldürülmesin, şekerde yiyebilsinler...

Yorumlar

Popüler Yayınlar

Popüler Yayınlar