aşilin ölümü

biz aşil diyoruz, yunanlılar akhileus... achilleus yada ingilizce achilles olarak da geçiyor... şu ayak bileğimizdeki ünlü tendona adını veren yarı tanrı aşil...

aşilin ölümü death of achilles - rubens
aşilin babası peleus tanrı filan değil, bildiğin ölümlü... uyduruk yani... ama annesi olan thetis ünlü bir tanrıça... ve tabii ki ölümsüz... bu sebeple bizim aşil yarı tanrı olarak biliniyor... yarı tanrı olduğu için ölümlü... dünyanın en büyük savaşçısı olarak bilinen aşil; ölümü göze alarak, sırf daha fazla ün sahibi olabilmek adına truva savaşlarına katılmış... truvada da büyük kahramanlıklara imza atmış ancak, truvalı prens paris tarafından sol topuğundan vurularak öldürülmüş... şimdi topuktan yada diz kapağından sıkılınca ölünmüyor ama aşil ölmüş çünkü ok zehirliymiş...

annesi thetis, aslında ölümsüzlük ırmağında yıkamış aşili... ölümsüz olması için ancak kendi elinin suya değmemesi gerektiği için, aşili sol ayak bileğinden tutarak daldırmış suya... aşilin sadece sol ayak bileği suya girmemiş ve şansa bakın ki paris de kalkmış tam oradan saplamış zehirli oku...

demek ki neymiş? detaylar çok önemliymiş...

thetis oğlunu ölümsüzlük ırmağında (styx) yıkarken - rubens
sen kalk salla oku, gitsin adamın tek sakıncalı yerine denk gelsin... olacak iş değil... aslında kolay kolay da olmaz bu zaten ama zehirli oku aşilin tek ölümlü noktası olan topuğuna yönlendiren apollonmuş...

vuran, paris; vurulan ise aşil sonuçta... paris isim yapamamış ama aşil bilidiği üzere isim yapmış... yani anlayacağınız; vurulmak her zaman kötü değildir... hatta her zaman iyidir bile denebilir...

tarihte hiç bir vuran, hiç bir vurulandan daha ön planda olamamıştır... tamam, ön planda olmak da matah bir şey değil ama sonuçta aşil de paris de ne yaptılarsa ön planda olmak için yapmışlar... adam sırf ününe ün katabilmek için truvaya savaşmaya gitmiş!...

paris isim yapamamış deyince, "olur mu canım" demeyin hemen... fransanın başkenti parise adını veren bizim truva prensi paris değil... paris şehri adını ilk sakinlerinden yani galya halklarından biri olan parsii lerden almaktadır...

paris; adını tarihe sadece 2 kere yazdırabilmiş... truva savaşını çıkarmak ve aşili vurup, öldürmek...

paris; truva kralı priamos ile kraliçe hekabenin en küçük oğlu oluyor... hekabe, parise hamileyken berbat bir rüya görüyor ve rüyasında karnından çıkan bir alev topu truvayı yok ediyor... bundan tırsan hekabe, paris doğar doğmaz, minicik bebeği uşağına veriyor ve ida (altın için heba edilen kazdağları) dağına götürüp bırakmasını emrediyor... ölsün diye... ama parisi bir ayı bulup besliyor, büyütüyor... bir çoban da parisi alıp, adam ediyor... çobanlık yapmayı çok iyi beceren parise de "koruyucu" anlamına gelen "alexandros" adı veriliyor... yani mitolojide paris olarak geçen kişi, aslında tarihte ki çoban prens alexandros...

paris'in hükmü - joachim wtewael
kral peleus ve tanrıça thetisin düğününe çağrılmayan "kavga gürültü" tanrıçası eris, çok bozulur... sakatlık çıkarmak için, davet edilmemiş olmasına rağmen düğüne gider... üzerinde "en güzeline" yazılı olan bir elmayı (bu elma mitolojide altın elma olarak bilinen elma) kalkar heraathena ve afroditin tam ortasına atar!!!... yahu yapılacak şey mi bu!... bereket sadece 10 yıllık truva savaşıyla kurtulmuşuz!... bu üç ismin ortasına atılan bu elma dünyanın sonu da olabilirdi... hakikaten manyakmış bu eris...

o koskoca tanrılar tanrısı! zeus bile bu durumda ne yapacağını bilememiş!... kendisini kısa yoldan kurtarmak ve sıvışmak için bu elmanın hangi kadına verileceğini parisin belirlemesini istemiş...

paris ise resmen "kaçmaz bu fırsat, ne koparsam kardır" diye düşünmüş... oportünist!... "bana ne hediye edeceksiniz bakalım sizi seçersem" demiş... hera; asya krallığını, atena; sonsuz akıl ve başarıyı, afrodit ise; spartalı helenin aşkını vaat etmiş...

sevdiğim mitolojiden soğudum bi an... neyse...

paris; altın elmayı afrodite vermiş... yani; krallığı, sonsuz aklı ve başarıyı elinin tersiyle iterek aşkı seçmiş...

spartalı helen; zeus ve ledanın kızıymış... babası zeus çıkmasa şaşardım zaten... paris, afroditin yardımıyla helen i turvaya kaçırmış, yunanistandaki bütün kahramanlar da heleni kurtarıp, geri getirmek için 10 yıl sürecek olan truva savaşını başlatmışlar... bu savaştaki kahramanların en büyüğü ise; bizim aşilmiş ama o da paris tarafından vurulmuş topuğundan...

ben neden kalkıyorum burada bu hikayeleri aktarıyorum?... çok basit, anlatılanlar aslında "tarih"... mitolojik olarak anlatınca havası değişik oluyor ama konuların bir bölümü homeros un ilyadasından... daha doğrusu, homeros truvada geçen uzun bir savaşın sadece 51 günlük bir küçük bölümünü anlatmış... karekterler de bazen mitolojik, bazen tarihi...

aşil ve paris; dünyanın en önemli savaşlarından birinin kahramanları!... uzun bir savaşın, belki de sembolik olan bir anlatımla nasıl başladığı ortada... ilyada da anlatılan, akhalarla truvalılar arasında geçen bu savaşın tamamen bir mit olduğu düşünülüyordu ancak homeros hayranı olan alman arkeolog schilemann ve sonraki yıllarda da prof. korfmann ilyadadaki anlatımlardan yola çıkarak truva kentini ve savaşa ait bulguları ortaya koydular... mitoloji denip de geçilen ve destanlara konu olan olayların gerçek olduğu ortaya çıktı...

peki o zaman zeus kim?... paris; prens alexandros ise; afrodit, hera, athena, aşil, apollon kimler?... ölümsüz tanrılar gibi bence inandırıcı olmayan ama büyük ihtimalle yaşamış da olan bu insanlar kimler?... sadece tek bir ömürleri olmasına rağmen, nasıl bu derece büyük bir üne sahip olabilmişler?... cahil insanların gözlerini mi boyadılar? birer abartıdan mı ibarettiler?... binlerce yıl sonra bile konuşulmayı hak edecek ne yapmışlar?... anlatılan olaylar gerçekte ne olabilir?... altın elma?... düğün... ölümsüzlük ırmağı (styx)... vs vs vs... falan filan...

bu olayların tamamı dilden dile anlatıla anlatıla "bazı değişik versiyonlara rağmen, pek de değişmeden gelmiş"... anlatımlardan yola çıkan bilim adamları varlığı bilinmeyen truvayı elleriyle koymuş gibi bulmuşlar!... bu derece gerçek olan olaylar neden bu derece sembolize edilerek aktarılmışlar?...

aynı yada benzer olaylar, farklı mitolojilerde farklı kahramanlarla nasıl ortaya çıkmışlar? bozulmadan nasıl ve ne amaçla aktarılmışlar?... hem de bırakın sosyal medyayı filan, yazılı edebiyatın bile olmadığı dönemlerde?...

günümüzde sahip olduğumuz iletişim becerisine rağmen; sadece birkaç yıl öncesine ait olayların bile bir kaç versiyonuna sahip olan bizler, neden bu derece geriyiz şu aktarma konusunda?... basit fıkraların bile bir sürü versiyonu varken; mitolojik olaylar nasıl bu kadar sağlam kalabilmişler?...

bilmiyorum ama; mitolojik düşünce yapısına sahip olmamakla birlikte, mitolojik hikayeleri adam gibi değerlendirmekte yarar var diye düşünüyorum... binlerce yıl öncesinden, yani felsefe öncesinden gelen bu anlatımlar bence iddia edildiği gibi "kapitalizmin kafa ütüleme yollarından biri işte" şeklinde açıklanıverecek kadar basit değiller...

bütün bu olayların önemli bölümü 2004 yılı yapımı "troy" yani truva filminde anlatılıyor... filmin müzikleri de oldukça dikkat çekici... bir wolfgang petersen filmi olan troyun müzikleri de james horner tarafından yapılmış... özellikle epik müzik meraklıları için çok öenmli bir çalışma ve tamamını aşağıda paylaşıyorum... james horner; besteci, orkestra şefi ve özellikle titanic filminin müzikleri ile akademi ödülü kazanmış çok önemli bir müzisyen ancak ne yazık ki çok kısa bir süre önce, 22 haziran 2015 de vefat etti...


Yorumlar

Popüler Yayınlar

Popüler Yayınlar